15 Kasım 2016 Salı

BİR BAŞKA KLASİK; GAZ TÜPÜ BİTTİ...!

Biliyorum "bunda ne var ki kullanırsan biter" diyeceksiniz. Evet doğru biter...! Ama bizim tüpümüz hala orijinal dev kartuş tüp...! 2010 yılında tekneyi aldığımızda üstünde takılıydı. 5 yıl kullandık. Tabii çok az kullandığımız için uzun gitti. Ama şunu da söylemek lazım; içindeki LPG çok verimliydi. Normal gaz ile 5 dk.da kaynayan aynı miktar su bu ocakta 1 dk.da kaynıyordu. Sonra 2015 yazında o tüp bitti. Ambarda aynısından bir tane de yedek vardı. Onu taktık. Fakat bu yıl teknede fazla yaşadık, biraz da açıp kapatırken sızma olmuş (içeri değil atmosfere kaçmış) dolayısıyla geçen ay o da bitti.

Orijinal LPG tüpümüz

Bu tüpün girdiği yuvaya standart piknik tüpler sığmıyor. Çünkü çapları büyük geliyor. Ya mevcut yuvaya bir şey uyduracağız yada tüpü ambara koyup orada muhafaza edeceğiz. Bunun sıkıntıları var. Birincisi piknik tüp ambarda kolay ulaşılacak bir yerde olamayacak, açıp kapatmak pratik olmayacak. İkincisi mevcut bakır boru-hortum düzeneğinin uydurulması gerekecek. Tüm bunları düşünürken hem arkadaşımız hem de ponton komşumuz Pırıltı teknesine gözüm ilişti. O da Bavaria 30CR idi ve model yılı benzerdi. Acaba onlarda da tüp bittiyse ne yapmışlardı? Sahibi Cengiz kaptandan rica ettim, açtık baktık. Bildiğimiz Aygaz piknik tüpü takılıydı. Ama yuvada bir gariplik vardı. Tüpün içine oturduğu yuva 180 derece çevrilmişti. O zaman yuvanın sökülüp çıkartılabileceğini ve ters çevrilip tekrar takılabileceğini anlamış olduk. Yuva 2 bölümlüydü. Alt tarafı üst resimde görülen orijinal kartuş tüpün hareket etmesini engellemek için daha dar ama yarısından sonrası daha geniş kalıplıydı. Yuvayı ters takınca sadece kapak sağa değil sola açılıyor ve bazı vida delik yerlerinin boşta kalması nedeniyle yeni delik yerleri açılması gerekiyordu. Ama bu durumda biraz daha tombul olan Aygaz tüpü rahatça sığıyordu (Aşağıda alttaki resim).

 
Tüp Kutusu döndürüldükten sonraki görüntü  
    
Kırmızı oklar eski tüp yerinin gösteriyor

Kadıköy'de uzun zaman önce keşfettiğim bir dedantör-hortumcu vardı, işi hep bunlar. Bir iki defa uğramış Aygaz tüpünü nasıl uydururuz diye sohbet etmiştim. Hemen eski dedantörü söküp ona gittim. Tabii tüp başlığı farklı olduğundan değişmesi gerekiyordu. Toplam 100 TL'ye yeni dedantör, musluk, hortum ve bunların birleştirilmesi, orijinal bağlantı ekipmanlarının takılması gerçekleşti. Gözüm musluk-dedantör ve hortum birleşimini boyut olarak biraz uzun buldu. Ama yapacak bir şey yok, zira daha kısa bir yapı oluşturulamıyordu. Bu durumda musluk ve dedantörü tüpe taktığımızda üst kısımda yaklaşık 30 cm'lik bir yere ihtiyaç vardı. Ama mevcut yuva 15 cm kadar bir boşluğa sahipti.
 
Kutunun tavanında dedantör ve hortumun rahat girmesi için kesilerek çıkartılan parça
 
Cemal Kaptan ile konuyu inceledik. Yuvanın (plastik) üst kısmında hortum ve dedantörün bir kısmını tekne gövdesindeki boşluğa çıkmasını sağlayacak şekilde kesmenin bir sakıncası olmadığına kanaat getirdik. Dekupaj ile yaklaşık 5-6 cm eninde 10-12 cm uzunluğunda plastiği kestik ve tüpün üzerinde uzayan hortum ve dedantörün bir kısmını bu boşluktan teknenin kıç tarafındaki boşluğu soktuk. Ocağa giden bakır boru (iç tesisat borusu) zaten yeterli uzundu ve hortumun ucuna eklettiğim orijinal parçayı bakır boruya vidalayınca iş bitti.
Kutuyu da yerine vidaladık. Ocağı yaktık, mükemmel olmuştu. Gaz bitecek, ne yapacağız stresinden de kurtulmuş olduk.

Bir kaç noktayı ayrıca belirtmek istedik;

1- Neden büyük tüp (12kg. mutfak tipi) kullanmadık?
Boral küçük bir tekne, yer sıkıntısı var. Ambara koymak lazım, orada da yer kısıtlı. Ayrıca tüketimimiz çok yok, piknik tüpün bile hafta sonundan hafta sonuna kullanıldığında en az 3-4 ay gideceğini tahmin ediyoruz ki bu da yeterli. Bir de emniyet konusu. Gaz tüpü daima potansiyel bir tehlike. Ne kadar küçük olursa ve kendine ayrılan orijinal yerde durursa o kadar güvenli olur bizce.
2- LPG'yi teknede barındırmaktan hiç hoşlanmıyoruz ama yemek yapmanın da vazgeçilmezi. Elektrik ocağında yumurta bile pişirmek çok zor. Ocağı kullanırken yanan gazın zehirli olduğunu ve kışın bile mutlaka yeterli havalandırma sağlanması gerektiğini lütfen unutmayalım.
3- LPG'nin havadan ağır olduğunu, sızıntı durumunda teknenin tabanına çökeceğini, tekneye girdiğimizde bir koku duyduğumuzda uyanık olup hemen havalandırmayı ve asla kıvılcıma neden olacak bir şey yapmamayı unutmayalım.

PİS BİR KONU; TUVALET TIKANMASI (2)

Tonoz çözüldü, Marmara'ya doğru yola çıkıldı. Zaten bu kısmı diğer yazıda anlatmıştık. Bozcaada'ya varıldı ve kısa kargaşadan sonra düzgün bir yerde baştan karayız ve artık dinlenebiliriz dedik. 2. gün yani yola çıktığımızın 3. günü, teknenin tuvaleti kullanılınca gerçeklerle bir kere daha yüzleşildi. İstanbul'da söküp iyice temizlediğimiz tuvalet yine ağzına kadar dolmuştu. Yolda gelirken vanasını açmıştık ama Bozcaada limanında elbette kapalıydı ve bir günde de dolması imkansızdı. Demek ki yolda boşalmamıştı. Boşalmama sebebi de yine bir tıkanıklıktı. Ve felaket başladı...
 
Artık yapıyı bildiğimiz için dalıp boşaltma deliğinden müdahale edebilirmiyiz diye bakalım dedik. İndiğimizde ne büyük hata yaptığımızı anladık. Sancak tarafında su kesiminin altında kalan boşaltma deliğinin etrafı, İstanbul'da tıkanıklığı giderebilir miyiz diye kullandığımız kimyasallardan ötürü mahvolmuştu. Yani, daha nerdeyse bir buçuk ay önce vurulan yeni zehirli boya adeta yanmış gibi simsiyah olmuş ve pütürlü bir yüzey halini almıştı. Yapacak bir şey yoktu. Deliğe bulabildiğimiz tel ve kablo gibi malzeme ile müdahale ettik. Ama, atık su deposu çıkışı tam vanaya girmeden önce bir 90'lik dirseğe bağlanıyor. Alttan sokulan tel bu dirseği geçemiyor ne yazık ki. Ya da biz geçiremedik. Daha kalın ve sağlam bir kılavız gibi bir şey lazımdı. Adadaki nalburlarda ise böyle bir şey satılmıyordu. Çaresizce uğraştık ama olmadı.
 
Yaklaşık 4 cm çapındaki çıkışın nasıl böyle tıkanabildiğini halen daha anlamış değiliz. Bütün yol boyunca ne yaptıysak da açılmadı. Tekrar bir kimyasal müdahale yapmak istemedik. Zehirliyi daha da bozacaktı yoksa. İstanbul'a kadar (nerdeyse 12 gün) tuvaleti hiç kullanmadık. Dikili'de atık çekme ekipmanı tabii ki yok. En yakın Ayvalık marinada olduğunu duyduk ama orası da uğramayı planlamadığımız bir yerdi.
 
Döndüğümüzde Cemal Kaptan yine müdahale etti. Çıkış yine tıkanmış ve taşlaşmış partiküller dökülmüş. Bu durumda akla gelen konular şunlar;
 
1- Pek çok yazıdan ve dostlarımızdan dinlediğimiz bu "klasik" tuvalet tıkanma vakası hemen herkesin başına geliyor. Daha güneyde gezen Kumçi teknesi sahibi Kenan Kaptan da aynı derdi her iki tuvaletinde de yaşamış. Buraya kadar tamam, tıkanabilir, doğal veya diğer nedenlerden dolayı ama bunun bir servis kolaylığının düşünülmesi gerekmez miydi? Tuvaletin atık su deposunun yeri çok kötü. Yukarıdan müdahale imkansız çünkü güverte flanşı da deponun tam üstünde değil ve 90 derecelik bir dirsekle bağlanıyor. Dolayısıyla oradan da tel vs sokup uğraşmak mümkün değil. Alttan müdahale için de banyo lavabosunun altında son derece kısıtlı bir alanda çalışabiliyorsun ve ortalığın da batması an meselesi.
2- Atık çektirecek yerler bir kaç tane olsa (mesela her yıl o kadar teknenin uğradığı Bozcaada veya Çanakkale marina gibi) bir ihtimal tıkanıklığı giderebilirdik. Bunun için de dostlarla da konuşurken şu fikir akla geldi; atık vakum yoluyla alındıktan sonra deşarj vanası açılıp denizden depo içine doğru temiz suyun ters yönde ve vakumun yaratacağı basınç ile girmesi belki de tıkanıklığı açabilir. Ama Kuzey Ege'de atık istasyonu nerdeyse yok...!!
3- Şöyle bir karar verdik; Bir dahaki karaya alışımızda tuvaletin boşaltma sistemini değiştireceğiz. Bu işlemin karada yapılması gerekiyor. Mevcut küresel vana da sökülüp değiştirilecek. Bahsettiğimiz dirsek kaldırılabiliyorsa kaldırılıp düz bir yol bağlantısı yapılmaya çalışılacak. Hatta çıkışa -eğer montaj güçlüğü olmazsa- bir de mecaratör takılıp, kendiliğinden boşalma yerine basınçla dışarıya atılabilmesi sağlanacak. Bunun için biraz çalışmak lazım çünkü pompanın monte edilmesi, elektrik bağlantısının sağlanması gibi sorunlar var. Ayrıca bu saydıklarımızın da kesin çözüm olup olmayacağının garantisi yok...!

3 Kasım 2016 Perşembe

PİS BİR KONU; TUVALET TIKANMASI (1)

Ege macerasını anlatmaya kısa bir ara verelim. Bu blog'da her denizcinin başına bir çok defa gelen gerek teknede yaşanan sorunları gerekse seyahatlerde başımıza gelen olayları da yazmaya çalışıyoruz. Belki bir gün benzer sıkıntısı olan dostlarımıza yaşadıklarımızın bir parça da olsa yol göstericiliği olur.
Aslında sıkıntı tekneyi Mayıs 2016'da karaya almazdan önce yoktu. Yani ufak ufak geliyormuş da biz fark etmemişiz !. Boral'ın yaklaşık 40-50 lt'lik bir pis su deposu var. Klozetin arkasındaki duvarın içinde. Duvardaki kapağı açtığınızda karşınıza boşaltma kapağı da çıkıyor, büyük plastik bir kapak. Ama açmak mümkün değil, yılların etkisiyle sıkışmış. Zorlanırsa tankı çatlatabilir. O yüzden bu geniş ağızı kullanıp müdahale etmek imkansız.
Güverteden boşaltma (çektirme) flanşı da hemen bu tankın yanında. Tekneyi karaya aldığımızda altı temizlenip boya işine başlanırken su altında kalan boşaltma deliğinden hafif bir sızıntı vardı. Halbuki karaya almadan açıkta depoyu boşaltmış ve öyle karaya almıştık. Cemal kaptan önce vanadan şüphelendi ama vana kapalıydı ve sızıntı durmuyordu. Belli ki biraz biraz kaçırıyormuş vana. Bez tıkıp boyayı bitirdik ve denize indik. Haziran ayı başında bir gün tuvaleti kullanıp pompa ile tanka bastığımızda, tuvaletin havalandırma ağzından atık sular boşalmaya başladı. Depo ağzına kadar dolmuştu ve garip şekilde vana da açıldığında boşalmıyordu. İşte dert o gün başladı. Bu dert yüzünde sezonda yaptığımız ve aşağıdaki yazılarımızda anlattığımız Ege yolculuğu da biraz sıkıntılı geçti doğrusu.
Yolculuğa çıkmadan önce bu işi halletmeliydik. Önce Marina'daki atık istasyonuna gittik ve depodaki atık suyu çektirdik. Bunun için 10€ ücret ödedik ve işlemi mavi karta da işlettik. İş garanti olsun diye de deponun içine kimyasal çözücüler döktük. Bu çok tehlikeli bir iş çünkü kimyasal maddeler zehirli boyaya da zarar verecekti ama göze aldık çünkü başka çare yoktu. Tankın bağlantılarını sökmek çok zordu. Bu şekilde açılırsa çok iyi olacaktı.
Ne yazık ki açılmadı...! Bir cumartesi günü, Cemal kaptanla beraber lavabonun altındaki kapağı söküp tankın yaklaşık 6cm çapındaki çıkışına bağlı hortumu söktük. Tanktan kontrollü bir şekilde yaklaşık 10 küçük kova su ve kumumsu maddeyi tahliye edip, delik ve tanka bağlı hortumun temiz olduğundan iyice emin olduktan sonra kapattık. Bu arada vana da kapalıydı ve hiç sızdırma yapmıyordu. Hortumun vana tarafının da tıkalı olabileceğini düşünüp kontrollü bir şekilde vanayı açtık. Deniz suyu fışkırdı. Demek ki o taraf da temizmiş. Kapattık ve bağlantıları yaptık. Artık rahattık ve seyahate çıkabilirdik. Ama o kadar emin olmamak lazımmış..!!!. Bunu Ege'de anladık.
 

27 Ekim 2016 Perşembe

3 YIL SONRA YİNE EGE...DİKİLİ MACERASI (3)

Bozcaada'dan erkenden demir aldık, hedef Babakale idi. Orada yediğimiz ahtapotun tadını hala unutamamıştık, eski seyir bloglarımızda bu konuyu anlatmıştık. Amacımız daha güneye inmeden bir gece Babakale'de kalıp deniz ürünlerinden yemekti.
 
Yol her zamanki gibiydi. Kuzey Ege'nin pupadan gelen sert rüzgarı, biraz da denizi kaldırarak bizi ortalama 6-7 kt hızla Babakale'ye doğru götürüyordu. Hatta cenovayı da açtıktan sonra yaklaşık 8 kt hız ile ilerlemeye devam ettik. Tabii bir de bunun dönüşü olduğunu hiç unutmadan..!!! Tam Babakale'ye 1 mil kadar yaklaşmışken vaktin de erken olması nedeniyle yine karar değiştirdik ve "Babakale'ye dönüşte uğrayalım, şimdi Ayvalık'a doğru devam edelim" dedik. Babakale burnunu dönünce deniz sakinledi. Hava nefisti. Rotamız Türk karasularına daha yakın bir şekilde Ayvalık idi. Öğleden sonra Ayvalık açıklarındaydık, durmadık, Dikili'ye doğru devam ettik.
 
Arkada Bozcaada, Dikili'ye doğru...
 
 
Babakale'nin meşhur kalesi
 
Dikili'ye kadar neredeyse Midilli Adası ile hep beraber gidiyorsunuz. Sancak'ta Midilli, İskele'de Türkiye kıyıları. Deniz sütlaç gibi oldu. Akşam üzeri saat 18 gibi Dikili'ye geldik. Daha önce hiç gelmemiştik. Kaptan dostlarımızdan liman içinde bize yardımcı olabilecek bir yerel denizcinin telefonunu almıştık, aradık. Ancak onun da teknesinde bir problem olmuş ve biz yanaşana kadar yetişemeyeceğini söyledi. Ve bu noktada sıkıntı başladı...
 
DİKİLİ BARINAĞI
 
Tıklım tıkış bir barınak, çoğu küçük balıkçı sandalları ve tur teknelerinden oluşan ve açıkçası misafirperverlik görmediğimiz bir yer Dikili. Barınağa güneye bakan tarafından giriliyor. Kara tarafı hem sığ hem de balıkçı sandalları ile dolu. Girişte iskele tarafında bir yer var, oraya kıçtan kara yanaştık. Yanaşana kadar ortada kimse yoktu, yanaşınca biri peydahlandı. Genç bir delikanlı. Abi dedi buraya tur teknesi gelecek, duramazsınız. Peki dedik ne yapalım, yer yok?. Biraz daha içerde sandalların arasında bir yer vardı, oraya gelin dedi. Bu arada, barınağın iskelemizde kalan denize bakan bacağında da balıkçı sandalları var. Hemen hepsinin de kendi tonozu.
 
Dikili Barınağı, girişi ve yanaştığımız yer
 
Bu gibi barınaklarda demir atmak çok tehlikelidir. Dipte ne olduğu bilinmediğinden demiri bir tonoza takmak çok kolay. Bu şekilde demir bırakan çok arkadaş biliyoruz. O yüzden balıkçıların tonozları kısa ve güçsüz de olsa bulunmaz bir nimet.
 
Buraya baştan kara yapalım dedik, dedik de yeri gösteren arkadaş pırrr... Halatımızı alırsın diye rica etmiştik üstelik ama yok oldu. O karmaşada hafif burnu iskelenin betonuna sürttük, ama çok hafif. Zaten bu olaydan sonra baş usturmaçası almaya karar verdik...
 
Neyse bağlandık, ama sinirler gerildi tabii... Her şey bitti, tekneyi kapatalım ve karada biraz dolaşalım dedik. Hem Dikili'yi görürüz hem de akşam oldu yemek yeriz niyetiyle. Tam o sırada denizden bir balıkçı sandalı geldi ve bize söylenmeye başladı. Meğerse arkadaşın işaret edip boş dediği yer bu sandala aitmiş. İçinde iki yaşlı amca. Neyse, özür diliyoruz, bize burayı gösterdiler diyoruz, o sırada yeri gösteren arkadaş da çıkageliyor. Aralarında kısa bir tartışma, balıkçılar başka yere gidiyor. Arkadaş da bize doğru geliyor, tahmin edeceğiniz gibi elinde 50TL'lik bir makbuzla. Bunu ilerdeki lokantadaki "filanca" kişiye ödersiniz diyor. İçimizden "ne hizmet aldık da para ödeyeceğiz?" diyoruz ama o gece daha fazla tartışma yaşamamak lazım, zira yorgunuz ve sabah da gideceğiz. Makbuzu aldık ve sadece "insan biraz bekler bari halatımızı tutar" dedik, "tık" yok arkadaştan, hemen kayboldu yine. Ayrıca makbuz da çok yasal bir şey değil. Saklıyoruz hala, kim ne için para alıyor, para kime gidiyor belli değil.
 
Neyse ki şehir hemen önümüz, yemek yiyip bir çay bahçesinde çay içip tekneye dönüp ortalığı toparladık. Suyumuz yaklaşık yarım depo. Barınakta su var ama uzak, hortumlar farklı. Elektrik için kesin bir şey anlayamamakla beraber yok gibi geldi bize. Ama elektriğe ihtiyacımız olmadığı için umursamadık. Sabah su doldurup gideriz dedik.
 
Sabah erkenden kalkıp kahvaltı sonrası su almak için tur teknesinin boşalttığı yere kıçtan kara olduk. Tam hortumu depoya tutacakken dünkü arkadaş peydah oldu. Parayı kime verdiniz dedi. Bir hizmet almadık, halatımızı bile tutmadın üstelik gösterdiğin yer yüzünden balıkçılarla az daha papaz olacaktık neye göre sana para verelim dedik. O anda beklediğim cevap geldi; o halde su da almayın..!!! Sürpriz değil, almayız deyip hortumu iade ettik ve yola çıktık.
 
Sevgili denizci dostlar, bu yaşadıklarımız kim bilir kaçınızın başına nerelerde ve hangi sıklıkla geldi. Tadınız kaçtı, kendinizi enayi yerine konmuş hissettiniz, ülkemizdeki amatör denizcilerin böyle yerlerde sevilmediğini, istenmediğini ve hatta kazayla yolu düşerse kimin cebine gideceği belli olmayan bir takım uyduruk paralar ödemek zorunda bırakıldığını düşündünüz. Biz, bu haraç gibi parayı vermedik, çünkü doğru dürüst bir hizmet almak şöyle dursun, bir de başkasının yerine yanaştırılıp mahcup duruma düşürüldük. Kimliği, yetkisi, işi belli olmayan kişilerin sizden istedikleri "haraç"ları ödememek en doğrusu. Depomuzu içme suyu ile doldurur veya bir kaç gün banyo yapmayız ama kendimizi de tavuk gibi yoldurmayız dedik. Öyle de yaptık.
 
Bizim için Dikili sadece kötü bir anı olarak kalacak. Umarız Dikili Belediyesi veya buralardan sorumlu makamlar bir gün bu konuya el atar ve güzelim Dikili, amatör denizcilerin rotasında keyifle uğranılacak ve kalınacak bir şehir olarak yer alır.

4 Eylül 2016 Pazar

3 YIL SONRA YİNE EGE...(2)

Elbette, başa gelen çekilecek... Gece bağlanırken demir hakkında düşündüklerimiz gerçekleşti. Sabah 5 gibi bir gürültü ile uyandık. Bizim tekne ileri doğru gitmeye çalışıyor gibiydi. Dışarı çıktık. İskelemizde demiri bize doğru duruyor diye düşündüğümüz tekne çıkmaya çalışıyordu ve bizim demir onun çapraz atılmış demirinin üzerine geldiği için demirini toplayamıyor ve bizim zincirden BORAL'ı oynatıyordu. Yapacak bir şey yok, bizim de demiri toplamamız ve onlara yol vermemiz gerekliydi. Motoru çalıştırıp kıç halatlarını çözdük. Biraz uğraşma ile demiri topladık, neyse ki hava sakin ve aydınlanmıştı. Komşu teknenin çıkmasını beklerken akıntıya kapılmamak için liman ağzına doğru gittik. Yat limanı tarafında bir yerin boşaldığını gördük. Hazır açılmışken boşsa oraya geçelim dedik. Yaklaştık ve henüz gelmiş olan görevliye durumu sorduk. Müsaitti, hemen baştan kara olduk. Bu sene pek çok tekne yat limanı tarafına baştankara oluyordu Bozcaada'da. Son gelişimizde biz de öyle bağlanmıştık. Bunun en büyük faydası hem limanda dolaşanların meraklı bakışlarından kurtulmak hem de pırıl pırıl suyu olan limanda havuzluktan denize kolayca girmek ve güneşlenmek.
Biz de öyle yaptık...


Bozcaada yine çok güzel. Bayram üstü olması nedeniyle epey kalabalıktı. Limanda tekneler için yer durumundan bahsetmiştik. Burası artık gerçekten küçük geliyor. Marmara'nın Ege'ye açılan bu kapısı, özellikle teknelerini İstanbul'da bırakan ve yazın güneye gitmek isteyen hemen herkesin ilk durağı. Özellikle uzun tatiller ve sezon başlarında yer bulmak büyük sorun. Bozcaada'ya girmek istemenin en önemli nedenlerini sayacak olursak;

1- İstanbul'dan çıkıp bizim gibi hiç durmadan Ege'ye çıkanların dinlenme yeri,
2- İkmal yapılacak Kuzey Ege'deki tek liman.
3- Sert Kuzey Ege rüzgarı aşağı inenleri de hırpalıyor ama esas yukarı çıkanları epey dövüyor. Burada dinlenmek, sert havanın biraz olsun azalmasını beklemek çok uygun oluyor,
4- Bozcaada gerçekten çok güzel bir yer, tatile başlarken iyi bir uğrak yeri ve dinlenme mekanı.

Bizce acilen bu yat limanının kapasitesinin arttırılması gerekli. Özellikle büyük motor-yat'lar da gelince kapasite iyice azalıyor. Kaldığımız ikinci gece bir çok tekne, giriş yapıp "yer yok" cevabıyla zor durumda kaldı. Zira yakıtı bitenler de vardı. Mecburen açıkta demirlediler.
Bir de yat limanının işletmecisi olan Bozcaada Belediyesi'nden bir ricamız var; Bu kadar giriş-çıkış yapılan bir yerde çalışan görevlilere acilen birer deniz telsizi verilmesi lazım. Bizler artık tecrübeli olduğumuzdan görevlilerin cep telefonlarını biliyor ve haberleşiyoruz ama bilmeyenler denizden karaya-karadan denize bağıra bağıra bir hal oluyorlar. Bir el telsizi çok yararlı olur. 

İkinci günümüz de sakin ve dinlenerek geçti, ertesi sabah erkenden Babakale'ye doğru yola çıkacaktık. Çok geç olmadan yakıt-su gibi ihtiyaçları tamamlayıp, tekneyi yıkadık ve yattık. Ertesi gün güneye doğru yola devam edecektik.

14 Ağustos 2016 Pazar

3 YIL SONRA YİNE EGE…(1)

Zaman geldi… Mayıs ayında yapılan bakım sonrası BORAL uzun yolculuğa hazır. Yolculuk için bu yıl bayram tatilinden de yararlanma niyetindeyiz. Bayram öncesi Cuma akşamüstü yola çıkmayı planladık. Hedefte gece de yol alıp sabah Avşa’da bir gece kalmak var. Sonra rota Bozcaada. Ardından Babakale ve çok methini duyduğumuz Bademli Kalem ve Garip adaları. 1 Temmuz Cuma saat 16’da pervane dönmeye başladı. Deniz her  güney yolculuğumuzda olduğundan daha sakin.  Arkamızdan gelen kuvvetli poyraz bu sene yok.  Ama yine de akıntının da etkisi ile 7 kt civarı bir hız ile Tuzladan Avşa’ya doğru devam ediyoruz.
 


Adalar açıklarından gün batımında Marmara'ya doğru.
 
Rotamız; doğrudan açık deniz ve Marmara Adası’nın güneyinden geçip Avşa. Gece, sakin, birimiz uyurken diğerimiz dümende. Gece çok karanlık, mehtap yok. Dolayısıyla çok dikkatli olmak gerekiyor. Geçen gemilerin rotasını tahmin etmek hiç kolay değil. Birden ani bir manevra ile sarsılıp uyanıyorum. Tam 180 derece dönüş. Büyük bir şilep, gece karanlıkta seyrin ne kadar dikkat gerektiren bir iş olduğunu bize bir kere daha hatırlatıyor. Ucuz atlatılmış bir olay…
 
Bu arada küçük bir not iletmekte fayda var: Avşa Adası'nı Ekinlik adasından ayıran boğaz oldukça tehlikelidir. Sığlıklar ile doludur. Bizim hedefimiz, Avşa'da Marmara'ya bakan tarafa bir kaç yıl önce yapılan ancak bildiğimiz kadarıyla henüz işletmesi olmayan yat limanına girmek. Bu nedenle Ekinlik ile Avşa arasındaki boğazdan geçmeyeceğiz. Ancak, sabah Avşa'dan ayrılıp Çanakkale Boğazı'na doğru yönelmek için bu geçidi kullanacağız. Haritalardan yararlanarak GPS'de en uygun ve güvenli rotayı oluşturduk. Hem de gündüz gözüyle geçeceğiz.
Sancak'ta Marmara, İskele'de Ekinlik ve Avşa Adaları

İskele'de; Sol'da Avşa, sağda Ekinlik adaları
 
Sabahın ilk ışıkları ile Marmara adasının güneyinden Avşa’ya doğru gidiyoruz. Ama tam Avşa için iskeleye doğru dönecekken aramızda Bozcaada ve Ege’yi ne kadar özlediğimizi konuşup fikir değiştiriyoruz ve Avşa’ya girmekten vaz geçip Çanakkale Boğazı’na yönleniyoruz. Deniz hala sakin ve öğlen gibi Bolayır önlerinden boğaza giriyoruz. Cenova açık, akıntının da etkisi ile hızımız yer yer 8,3 kt’a vuruyor. Sakin bir yolculuk sonrası Kilitbahir’i arkamızda bırakıp Abide’ye doğru yaklaşıyoruz. Hazırlıklar tamam. Şehitlerimizi Abide önünde korna çalıp marşlar eşliğinde saygı duruşu ile selamladıktan sonra Ege’ye kavuşuyoruz.
 Çanakkale Şehitler Abidesini Selamlarken...

Daha Ege sularına girer girmez kuzeyli sert hava etkisini gösteriyor. 26 kt rüzgar var, Kumkale’yi geçip Bozcaada’ya dümen kırdığımızda Cenova açık halde yer yer 8 kt’ı bulan bir hızla yol alıyoruz.
Bozcaada’ya yaklaşırken deniz iyice kükremiş durumda saat 20’ye geliyor. Telefon ile Bozcaada’daki liman görevlisi sevgili Şerif Ali’yi arıyoruz. Bayram kalabalığı var ve yer hemen hemen hiç yok.  Tek çare balık lokantalarının önü.  Ama orası da çok dolu olduğundan yaklaşık 30 dakika alargada yer açılmasını bekliyoruz. Bir balıkçı kayığını biraz yana çekip araya sığmaya çalışıyoruz. Bu sefer aborda olma şansı yok. Demir atıp kıçtankara yapacağız. Zar zor bir balıkçı sandalının yanına giriyoruz. Demiri atarken çok dikkat ediyoruz. Sancağımızda bir motor yat var, onun demiri ile bir sorun olmaz ama iskele'de bağlı yelkenlinin zinciri bizim tarafa doğru çapraz duruyor. Korka korka atıp giriyoruz. Şimdilik netayız. Duş ve yorgunluğun atılması sonrası kısa bir şehir turu atıp tekneye dönüyoruz ve yatıyoruz.

4 Mayıs 2016 Çarşamba

3 YIL SONRA KARADAYIZ...

İstanbul'da duran bir tekne için 3 yıl çok uzun bir süre, karaya alınıp altı temizlenmeden kullanmak için. Ancak, geçtiğimiz yıl, Marmara dışı bir yolculuk planlamadığımız ve biraz da ihmal ettiğimiz için iş bu seneye kaldı. Tam 2 sezon geçti, buçukları da katarsak neredeyse 3. yılımızda karaya çıktık.



























Teknenin altı, 6 yıl önce ilk satın aldığımızda karaya çıkışımıza göre çok daha iyi durumdaydı. Aslında, hata bizde oldu. Geçen yazdan sonra, yani bu kış tekneyi Kasım başında Tuzla marinaya aldıktan sonra tekneyi hemen hemen hiç çıkartmadık. Zaman ve başka nedenler yüzünden ihmalimiz teknenin altının daha da kötüleşmesine neden oldu. Gerçi, her durumda bu yıl temizlik istiyordu.
 
3 yıl önce kullandığımız (Petite-USA) marka zehirli boya gerçekten çok memnun kaldığımız bir ürün idi. Ancak ne yazık ki artık Türkiye'ye gelmiyor sanırım. Cemal Kaptan bizim için yeterli miktar ayırmıştı. Aynı marka boya ile boyandı. Bu arada kuyruk yağı ve tutyalar değişti. Sail-Drive ile pervane arasındaki keçe, yağ sızdırmaya başlamıştı. Biz aldıktan sonra hiç değiştirmemiştik, 6.sezonda artık değişmesi gerekiyordu. O keçe değişti. Sail-Drive'ın körüğü kontrol edildi. Volvo kitapçığına göre, 7 yılda bir bu körüğün de yenilenmesi gerekli ama bizim körük sapasağlamdı. Hiç dokunmadık. Sail-Drive üzerindeki deniz suyu emiş kanalları temizlendi, içinden her türlü mahlukat çıktı. Ve sonunda denize tekrar kavuştu....
 
 



 
 


 
 
 
Bu arada, Tuzla Viaport Marina yetkilileri, başta Marina Müdürü Mehmet Bey olmak üzere bize çok yardımcı oldular, kendilerine teşekkür ederiz. İşi bağlanma limanımız olan Tuzla'da halletmek pratik ve rahat oldu doğrusu.

2 Ocak 2016 Cumartesi

TEKİRDAĞ LİMANI

Daha önceden de yazmıştım; Marmara yatçılar için gerçekten çok güzel imkanlara sahip olabilecekken, özellikle kış mevsiminde hepimiz İstanbul çevresinde "volta" atıp duruyoruz. Bunun bir kaç nedeni var;

1- Havalar soğuk, insanın bir şey yapası gelmiyor,
2- Günler kısa, hemen hava kararıyor, heves kursakta kalıyor,
3- Sert havalar çoğunlukta,
4- ...ve hep aynı yerlere kısa geziler yapıyoruz. İnsan bıkıyor.

Halbuki, Marmara'da yeterli keyif, konfor ve güvenliği verebilecek İstanbul çevresindeki marinalar dışında da bir kaç liman olsa buralara özellikle tatiller ile birleştirilmiş kısa kış gezileri yapmak inanılmaz keyifli olacak.

Bu yerlerden bir de Tekirdağ. Geçenlerde yolum Tekirdağ'a düştü. Senelerdir araba ile hep gelip geçerim, içine girmek pek kısmet olmamıştı. Bu sefer kararlıydım, "yat limanı" olarak bahsedilen yere gidip bakacaktım ve öylede yaptım.
Yeni çevre yolundan değilde, içinden (kıyı yolu) geçerek İstanbul çıkışına doğru ilerlerseniz, Otogar kavşağına gelmeden sağdan bu limana inilebiliyor. Hatta araçla teknelerin bulunduğu kısma kadar giriliyor. Aracı park edip şöyle bir dolaştım. Çok uzun bir mendirek var ve içine sanırım iki bölüm yapılmış. Benim araçla girdiğim yerde küçük tekneler, bir kaç yelkenli ve motoryat bağlıydı (sandalları saymıyorum). Yazın özellikle güneye giderken kuzeyli rota izleyenler için güzel bir mola yeri olabilir. Ama hiç bir yatırım (liman dışında) yapılmamış. Ne elektrik var ne su. Altyapı diye bir şey yok. Bağlı tekneler belli ki Tekirdağ'da veya cıvarda yaşayanların tekneleri.
Küçük bir kulübede liman ile ilgilendiğini söyleyen Hüseyin Bey ile konuştuk. Bir kaç ihale yapıldığını ancak sonuç alınmadığını, yeni bir işletme ihalesi daha olacağını söyledi. Eğer bu yapılırsa ve biraz masrafla güzel bir haftasonu gezi rotası veya uğrak yeri olabilir. Hüseyin Bey, yolu düşenlere yardımcı olabileceğini ve bağlama yeri sıkıntısının pek olmadığını söyledi. İhtiyacı olabileceklerin Hüseyin Bey'e ulaşabilecekleri numara; 0535-8416685.