22 Aralık 2013 Pazar

BAZI KONULAR HAKKINDA...

BORAL ile 3 yılı bitirip 4. yılımızı keyifli bir paylaşım içinde sürerken bazı konularda yaşadıklarımızı ve yaptıklarımızı paylaşmak istedik.

Zehirli Boya: Bize en çok sorulan ve tekne forumlarında yine en çok konuşulan konulardan biri kullanılan zehirli boya. Bu yıl karaya aldığımızda Cemal Kaptan'ın tavsiyesi ile Pettit isimli markanın ürününü denedik. Daha önce International kullanmıştık. 2 yılda teknenin altının ne hale geldiğini ilgili yazımızda (Boral tekrar karada) görebilirsiniz. Burada o boya iyi-bu boya kötü gibi bir kıyaslama yapmak mümkün değil. Her teknede boyanın uygulama şekli, kuruma süresi, çevre koşulları, nerede bağlı olduğu, ne kadar zaman aralıklarıyla denize çıktığı gibi bir çok parametre var. Biz bu konudaki fikrimizi 2 yıl sonra ancak söyleyebiliriz. Çünkü hem eski boyayı hem yenisini aynı kişi uyguladı, uygulama mevsimleri hemen hemen aynıydı. Teknenin bağlı olduğu ponton bile aynı. Kullanma sıklığımız da değişmiyor. Bu durumda bazı faktörleri yaklaşık olarak eşitledik gibi. Şimdi önümüzdeki yaz ilk sene dolacak ve dalıp teknenin altına bakacağız. Şimdilik dışardan baktığımız kadarıyla dümen palası ve su kesimi temiz görünüyor. Buralar en hızlı kirlenen yerler neredeyse.

Çapa ve Zincir: Önceki yazılarımızdan hatırlarsanız tekneyi aldığımızda üzerinde Ultra çapa vardı. 50m de galvaniz zincir. Biz 100m'ye çıkarttık. Ultra Çapa'dan çok memnunuz. Kalomayı bol bırakınca neredeyse hiç taradığını görmedik. Bilgi ve tecrübesine çok saygı duyduğumuz bir denizcinin dediği gibi hep "zincirlikte duracağına denizde dursun" dedik ve 4-5 kat kaloma bıraktık. Bazı yazılarda baş tarafta bu kadar ağırlığın olmasının çok iyi olmadığı konusunda değişik görüşler var. Biz demirleme ekipmanını teknede çok önemli güvenlik ekipmanlarından biri olarak görüyoruz. O nedenle uzun zincirin getireceği ağırlığı ihmal ediyoruz. Ambarda bir tane de Danforth tipi yedek çapamız var. Bu çapa için zincir alamayız, koyacak, atacak ekipmanımız yok, en iyisi 50m kadar bir halat ile yedeklemek. Bu sezon uygun halat temin edip önemli bir ekipmanın yedek olarak bulunmasını sağlayacağız. Bir de aldığımızdan beri hiç bakım yapmadığımız Quick ırgat konusu var. Bu sezon mutlaka bakım yaptırmalıyız. Bir aksilik durumunda çapa ve zinciri denizde bırakmak olası. Bir de bu ırgatın geçen sene serbest düşmeli (free-fall) model olduğunu keşfettik. Demir atma adı üstünde demirin indirilmesi ile değil hızlıca atılması ile oluyor. Demirin zemine sert bir şekilde düşmesi daha kolay saplanıp tutması için önemli. Bu sene hep bu şekilde kullandık. Hem de gereksiz yere enerji harcayıp ırgatı yormamış olduk.

Rutubet: Kışa girdiğimiz şu günlerde en çok konuşulan konulardan biri. BORAL'da bugüne kadar hiç rutubet olmadı. Daha önce bahsettiğimiz güneş enerjili fanımız motorunda yaşanan bir arız nedeniyle devre dışı kalmıştı. Aynı motordan bulamadık ama benzeri ile değiştik. Uzun kış gecelerinde enerjisi bitmesin diye şarjlı pili de 2500mA'den 4000mA'e çevirdik. Bu yüksek kapasiteli sanayi tipi pili Karaköy'de pil satan mağazalarda bulabilirsiniz. Yeni motor 1,2V ile biraz yavaş dönüyor ama yine de görevini yapıyor. Gece gündüz sirkülasyon sağlıyor. Kamaralara nem alıcı taşları yerleştirdik. Ayrıca, mutlaka her hafta sonu tekneye gittiğimiz ve her tarafı açıp havalandırdığımız için her hangi bir rutubet sorunu şimdiye kadar yaşamadık.

Buzdolabı ve buzluk: Buzdolabı günlük kullanımlarda son derece yeterli ama uzun yol için yetmiyor. Bir de bu tip buz dolapları (yani üstten yüklemeli) kullanım açısından pratik değil ne yazık ki. Zira, altta kalan malzemeye ulaşmak için üsttekileri boşaltmak gerekiyor. Raf sistemi olmadığından mecburen en dayanıklı malzemeyi (mesela içecek şişelerini) en alta koyuyoruz. Üstüne sebze, meyve, peynir gibi malzemeler konuyor. Ege'ye giderken bu yıl bir elektrikli buzluk aldık Metro'dan. 24lt ve 12/220V ile çalışabiliyor. Masanın altına yerleştirdik ve şişeleri bunun içine aktardık. Buzdolabı yiyeceklere kaldı. Zaten buz makinesi de olduğundan içecekler sorun olmayacaktı. Buzluk "tırt" çıktı. Sürekli çalışıyor ama bizce soğutma gerçekleştiremiyor. Sadece dış ortamdan bir kaç derece daha iyi ama kuru, nemsiz bir koruma sağlıyor. Belki meyve/sebzeyi bunda saklamak daha iyi. Yada içine buz makinesinden buz doldurup kullanmak da olabilir.

Buz makinesi: Ne yazık ki teknolojinin geldiği nokta küçük buz makineleri için yetersiz. İkinci makine de bozuldu. Hem de bir yılda. İlk makineyi kavga dövüş üreticisine 4. kullanımda bozuldu diye değiştirtmiştik. Ama bu değişiklik çok uzun zaman aldığından gidip yaz bitmeden yeni bir tane daha aldık. İlk aldığımız King markaydı ve sağ olsunlar sezon sonunda ancak ikna olup değişim yaptılar. İkincisi Stilea diye bir marka. O da daha garantisi bitmeden bozuldu. İlk makineyi getirdik.Daha sıfır, hiç kullanılmamıştı, ilk kullanımda tutukluk yapmaya başladı :)). Artık uğraşmaktan bıktık, idare edeceğiz. bu arada bozulanı da tamire göndereceğiz eğer tamir olursa... Belki endüstri tipi büyük makineler daha farklı bir yapıda ama bu küçükler belli ki teknolojisinin biraz geliştirilmesine ihtiyaç duyuyor. Eğer bu konuda uzun zaman düzgün çalışan bir marka sahibi varsa bize bildirirse seviniriz. Zira bununla gelecek yazı yine çıkaramayacağız gibi görünüyor.

16 Aralık 2013 Pazartesi

BORAL EGE'DE-5

Yolculuğun son bölümü için C.tesi sabahı saat 6gibi Çanakkale limanından çıktık. Anadolu kıyısını takiben yaklaşık 4,5 kt hızla gidiyorduk. Hava biraz durulmuş gibiydi. Yaklaşık 1,5 saat sonra yine tam karşıdan gelen sert bir rüzgar ile deniz karıştı. Akıntı artmıştı. Hızımız 3 kt'a kadar düştü. Biz de kuzey kıyısı daha sakin olabilir diye Gelibolu'ya gelmeden kuzeye tırmandık. Nispeten daha sakindi. 3,5-4 mil hızla gidiyorduk ama rüzgar yine yelken açmamıza izin vermiyordu.
Öğlen gibi artık Bolayır açıklarına gelmek üzereydik, yani boğaz çıkışına yaklaşmıştık ki hava giderek sertleşti. Dalga yüksekliği 1,5-2 metreyi buluyor bu da teknenin baş-kıç vurmasına yol açıyordu. Denizde bizden başka küçük tekne yoktu. Büyük gemiler hiç zorlanmadan yanımızdan geçip giderken biz de adeta küçük bir sandal gibi debelenip duruyorduk. Saat 15 gibi rüzgar arttı, artık 30 kt'ı görüyorduk. Dalga yüksekliği neredeyse 3 m. olmuştu ve teknenin burnundan aşıp her seferinde bizi yıkıyordu.
Seyir sırasında tuvalet lumbozunu açık bıraktığımızı daha önce belirtmiştik. Buradan içeri su da girse ıslak zemin olduğundan bir sakınca yaratmıyor ama motorun daha serin kalmasına faydalı oluyordu. Bir ara tuvalete gitmek için içeri girdiğimde kapıyı açar açmaz neredeyse bileğime kadar suyun yükseldiğini fark ettim. Duş pompasını çalıştırıp suyu dışarı attık. Neyse ki emektar akü içine koyduğumuz içme suyuna rağmen çalışıyor ve bize elektrik üretiyordu. İstanbul'a döndüğümüzde o kargaşada tuvalette neler olduğunu anlayacaktık. Seyir sonrası marinada tuvalet yıkadık ve duş pompasının iyi çekmediğini gördük. Filtresi tıkanmıştır diye temizlemek için açtık. Metal filtre komple pembe renkli bir madde ile kaplı idi. Anlamak çok uzun sürmedi. Tuvalette güzel koku versin diye rafta bir kalıp kokulu sabun bulunduruyorduk. O kargaşada sabun yere düşüp lumbozdan giren deniz suyu tarafından eritilmiş ve krem kıvamında gelip filtreye bulaşıp bir kalın pembe katman oluşturmuş. Filtre bundan dolayı tıkanmışmış.
Neyse, dönelim son güne. Hızımız Marmara'ya çıkınca daha da düştü. artık 2 kt civarı bir hız yapıyorduk. Dev dalgalar zaman zaman yerimizde durmamıza bile sebep oluyordu. Bizde de sinirler gerilmişti, söylenip duruyorduk. Yelken açmanın hiç faydası yoktu, rüzgarı orsa alabilmek için rotanın çok dışına iyice açık denize çıkacaktık. Halbuki biz dönüş için Marmara Adası rotasını çizmemize rağmen havanın sert olması nedeniyle gerekirse sığınırız diye Trakya kıyısına çok yakın bir rota takip ediyorduk ve değiştirmeye de niyetimiz yoktu. Bu arada kıyıya da çok yaklaşamıyorduk çünkü haritada tehlikeli sığ sular işaret ediliyordu.
En sonunda kararımızı verdik: Şarköy'e sığınacak ve Cemal Kaptan'ı arayıp gelip tekneyi almasını söyleyecektik. Zira bizim Pazartesi iş başında olmamız gerekiyordu ve C.tesi akşamı neredeyse olmuştu. Bu havanın Pazar günü dinmesi pek olası görünmüyordu. Kaldı ki Şarköy-İstanbul bizim için neredeyse 24 saatlik bir yoldu.
Dalgalarla boğuşurken Cemal Kaptan'ı aradık. Pazar günü müsait olduğunu, gelip tekneyi alacağını söyledi. Rahatlamıştık. Ama önce Şarköy'e ulaşmak ve orada bağlanacak bir yer bulmak lazımdı. Şarköy'e doğru tırmanmaya devam ettik. Tekne artık denize tamamen teslim olmuştu ve neredeyse hiç yol alamıyorduk. Mecburen Cenova desteği alacak ve biraz rotadan çıkıp hıza gidecektik. İskele kontra rüzgara karşılık sancaktan cenovayı açtık. Dalgalar artık iskele baş omuzluktan geliyordu ve baş-kıç biraz azalmış daha çok yalpaya düşmüştük. Bu biraz daha bizi rahatlattı. Tremolalar atarak Şarköy açıklarına saat 18 gibi ulaştık. Barınağın içine girmek için yelkeni kapattık. Tam o sırada büyük bir dalga bizi salladı ve kötü bir kazadan son anda kurtuldum. Dalga tekneye vurduğunda dümendeydim ve iyi tutunmuyordum. Beni iskele tarafına, kıça doğru savurdu. Denize düşme tehlikesi yoktu ama o hızla iskele tarafındaki Cenova vincine göğsümü vurmama ramak kala sol elimle kıç ıstralyayı yakaladım. Eğer bu çarpışma olsaydı rahatlıkla kaburgam kırılabilirdi.
Daha sonra Bora Kaptan ile son günü değerlendirdiğimizde 3 yanlışımızı tespit ettik;

1- Böyle sert bir havada büyük tekneler bile limanda havanın dinmesini beklerken biz işe yetişeceğiz diye yola çıkmakla hata etmiştik.
2- Sert havalarda can yeleği takmak gerekli, biz bunu hiç yapmıyorduk,
3- Yine böyle yüksek dalgaların olduğu denizlerde seyir sırasında mutlaka emniyet halatına kendimizi bağlamamız gerekirdi.

Şarköy limanına güç-bela ulaşıp içeri girdik. Liman doluydu, girişin tam karşısında yelkenlilerin yanaştığı yerde balıkçı tekneleri ile bir yelkenli arasında tam bizim sığacağımız bir aralık vardı. Demir atıp kıçtan kara olduk. Balıkçı tekneleri aborda olduklarından herhangi bir çarpma ihtimaline karşı iskele tarafına usturmaça takviyesi yaptık.


Sonunda...Şarköy'de toprağı öptük :-))

İskeleden su hortumunu alıp üstümüzü çıkartmadan kafamızdan aşağı döküp "tuzdan adam" görünümümüzden kurtulduk. Biraz dinlenip gidip çay içtik ve durum değerlendirmesi yaptık. Tekrar Cemal Kaptan'ı aradık. Pazar öğlen yola çıkacağını söyledi, bizim ise sabahtan hareket edip otobüsle İstanbul oradan da marinaya gidip arabalarımızı almamız gerekliydi. Akşam limandaki lokantada rakı-balık yaptık ve yatıp uyuduk. Sabah tekneyi kilitleyip anahtarı Cemal Kaptan'a bildireceğimiz bir yere sakladık. Tekneyi Allah'a emanet ettik ve otobüsle İstanbul'a döndük. Cemal Kaptan akşam üzeri Şarköy'e gelmiş. O gece teknede kalmış. Ertesi gün yola çıkmış, hava hala sertmiş. Bir gece de Silivri'de kalmış. Salı akşamı marinaya neta olmuş.
Evet... Bir yaz daha böyle geçti, daha tecrübelendik, dersler aldık... Teknemizin motoru baz versiyonda verilen 18 HP'lik Volvo-Penta. Opsiyonel olana 29 HP'lik versiyon olsa belki biraz daha rahat ederdik ama yine de böyle sert havalarda sığınıp düzelmesini beklemek en iyisi olsa gerek.