22 Aralık 2013 Pazar

BAZI KONULAR HAKKINDA...

BORAL ile 3 yılı bitirip 4. yılımızı keyifli bir paylaşım içinde sürerken bazı konularda yaşadıklarımızı ve yaptıklarımızı paylaşmak istedik.

Zehirli Boya: Bize en çok sorulan ve tekne forumlarında yine en çok konuşulan konulardan biri kullanılan zehirli boya. Bu yıl karaya aldığımızda Cemal Kaptan'ın tavsiyesi ile Pettit isimli markanın ürününü denedik. Daha önce International kullanmıştık. 2 yılda teknenin altının ne hale geldiğini ilgili yazımızda (Boral tekrar karada) görebilirsiniz. Burada o boya iyi-bu boya kötü gibi bir kıyaslama yapmak mümkün değil. Her teknede boyanın uygulama şekli, kuruma süresi, çevre koşulları, nerede bağlı olduğu, ne kadar zaman aralıklarıyla denize çıktığı gibi bir çok parametre var. Biz bu konudaki fikrimizi 2 yıl sonra ancak söyleyebiliriz. Çünkü hem eski boyayı hem yenisini aynı kişi uyguladı, uygulama mevsimleri hemen hemen aynıydı. Teknenin bağlı olduğu ponton bile aynı. Kullanma sıklığımız da değişmiyor. Bu durumda bazı faktörleri yaklaşık olarak eşitledik gibi. Şimdi önümüzdeki yaz ilk sene dolacak ve dalıp teknenin altına bakacağız. Şimdilik dışardan baktığımız kadarıyla dümen palası ve su kesimi temiz görünüyor. Buralar en hızlı kirlenen yerler neredeyse.

Çapa ve Zincir: Önceki yazılarımızdan hatırlarsanız tekneyi aldığımızda üzerinde Ultra çapa vardı. 50m de galvaniz zincir. Biz 100m'ye çıkarttık. Ultra Çapa'dan çok memnunuz. Kalomayı bol bırakınca neredeyse hiç taradığını görmedik. Bilgi ve tecrübesine çok saygı duyduğumuz bir denizcinin dediği gibi hep "zincirlikte duracağına denizde dursun" dedik ve 4-5 kat kaloma bıraktık. Bazı yazılarda baş tarafta bu kadar ağırlığın olmasının çok iyi olmadığı konusunda değişik görüşler var. Biz demirleme ekipmanını teknede çok önemli güvenlik ekipmanlarından biri olarak görüyoruz. O nedenle uzun zincirin getireceği ağırlığı ihmal ediyoruz. Ambarda bir tane de Danforth tipi yedek çapamız var. Bu çapa için zincir alamayız, koyacak, atacak ekipmanımız yok, en iyisi 50m kadar bir halat ile yedeklemek. Bu sezon uygun halat temin edip önemli bir ekipmanın yedek olarak bulunmasını sağlayacağız. Bir de aldığımızdan beri hiç bakım yapmadığımız Quick ırgat konusu var. Bu sezon mutlaka bakım yaptırmalıyız. Bir aksilik durumunda çapa ve zinciri denizde bırakmak olası. Bir de bu ırgatın geçen sene serbest düşmeli (free-fall) model olduğunu keşfettik. Demir atma adı üstünde demirin indirilmesi ile değil hızlıca atılması ile oluyor. Demirin zemine sert bir şekilde düşmesi daha kolay saplanıp tutması için önemli. Bu sene hep bu şekilde kullandık. Hem de gereksiz yere enerji harcayıp ırgatı yormamış olduk.

Rutubet: Kışa girdiğimiz şu günlerde en çok konuşulan konulardan biri. BORAL'da bugüne kadar hiç rutubet olmadı. Daha önce bahsettiğimiz güneş enerjili fanımız motorunda yaşanan bir arız nedeniyle devre dışı kalmıştı. Aynı motordan bulamadık ama benzeri ile değiştik. Uzun kış gecelerinde enerjisi bitmesin diye şarjlı pili de 2500mA'den 4000mA'e çevirdik. Bu yüksek kapasiteli sanayi tipi pili Karaköy'de pil satan mağazalarda bulabilirsiniz. Yeni motor 1,2V ile biraz yavaş dönüyor ama yine de görevini yapıyor. Gece gündüz sirkülasyon sağlıyor. Kamaralara nem alıcı taşları yerleştirdik. Ayrıca, mutlaka her hafta sonu tekneye gittiğimiz ve her tarafı açıp havalandırdığımız için her hangi bir rutubet sorunu şimdiye kadar yaşamadık.

Buzdolabı ve buzluk: Buzdolabı günlük kullanımlarda son derece yeterli ama uzun yol için yetmiyor. Bir de bu tip buz dolapları (yani üstten yüklemeli) kullanım açısından pratik değil ne yazık ki. Zira, altta kalan malzemeye ulaşmak için üsttekileri boşaltmak gerekiyor. Raf sistemi olmadığından mecburen en dayanıklı malzemeyi (mesela içecek şişelerini) en alta koyuyoruz. Üstüne sebze, meyve, peynir gibi malzemeler konuyor. Ege'ye giderken bu yıl bir elektrikli buzluk aldık Metro'dan. 24lt ve 12/220V ile çalışabiliyor. Masanın altına yerleştirdik ve şişeleri bunun içine aktardık. Buzdolabı yiyeceklere kaldı. Zaten buz makinesi de olduğundan içecekler sorun olmayacaktı. Buzluk "tırt" çıktı. Sürekli çalışıyor ama bizce soğutma gerçekleştiremiyor. Sadece dış ortamdan bir kaç derece daha iyi ama kuru, nemsiz bir koruma sağlıyor. Belki meyve/sebzeyi bunda saklamak daha iyi. Yada içine buz makinesinden buz doldurup kullanmak da olabilir.

Buz makinesi: Ne yazık ki teknolojinin geldiği nokta küçük buz makineleri için yetersiz. İkinci makine de bozuldu. Hem de bir yılda. İlk makineyi kavga dövüş üreticisine 4. kullanımda bozuldu diye değiştirtmiştik. Ama bu değişiklik çok uzun zaman aldığından gidip yaz bitmeden yeni bir tane daha aldık. İlk aldığımız King markaydı ve sağ olsunlar sezon sonunda ancak ikna olup değişim yaptılar. İkincisi Stilea diye bir marka. O da daha garantisi bitmeden bozuldu. İlk makineyi getirdik.Daha sıfır, hiç kullanılmamıştı, ilk kullanımda tutukluk yapmaya başladı :)). Artık uğraşmaktan bıktık, idare edeceğiz. bu arada bozulanı da tamire göndereceğiz eğer tamir olursa... Belki endüstri tipi büyük makineler daha farklı bir yapıda ama bu küçükler belli ki teknolojisinin biraz geliştirilmesine ihtiyaç duyuyor. Eğer bu konuda uzun zaman düzgün çalışan bir marka sahibi varsa bize bildirirse seviniriz. Zira bununla gelecek yazı yine çıkaramayacağız gibi görünüyor.

16 Aralık 2013 Pazartesi

BORAL EGE'DE-5

Yolculuğun son bölümü için C.tesi sabahı saat 6gibi Çanakkale limanından çıktık. Anadolu kıyısını takiben yaklaşık 4,5 kt hızla gidiyorduk. Hava biraz durulmuş gibiydi. Yaklaşık 1,5 saat sonra yine tam karşıdan gelen sert bir rüzgar ile deniz karıştı. Akıntı artmıştı. Hızımız 3 kt'a kadar düştü. Biz de kuzey kıyısı daha sakin olabilir diye Gelibolu'ya gelmeden kuzeye tırmandık. Nispeten daha sakindi. 3,5-4 mil hızla gidiyorduk ama rüzgar yine yelken açmamıza izin vermiyordu.
Öğlen gibi artık Bolayır açıklarına gelmek üzereydik, yani boğaz çıkışına yaklaşmıştık ki hava giderek sertleşti. Dalga yüksekliği 1,5-2 metreyi buluyor bu da teknenin baş-kıç vurmasına yol açıyordu. Denizde bizden başka küçük tekne yoktu. Büyük gemiler hiç zorlanmadan yanımızdan geçip giderken biz de adeta küçük bir sandal gibi debelenip duruyorduk. Saat 15 gibi rüzgar arttı, artık 30 kt'ı görüyorduk. Dalga yüksekliği neredeyse 3 m. olmuştu ve teknenin burnundan aşıp her seferinde bizi yıkıyordu.
Seyir sırasında tuvalet lumbozunu açık bıraktığımızı daha önce belirtmiştik. Buradan içeri su da girse ıslak zemin olduğundan bir sakınca yaratmıyor ama motorun daha serin kalmasına faydalı oluyordu. Bir ara tuvalete gitmek için içeri girdiğimde kapıyı açar açmaz neredeyse bileğime kadar suyun yükseldiğini fark ettim. Duş pompasını çalıştırıp suyu dışarı attık. Neyse ki emektar akü içine koyduğumuz içme suyuna rağmen çalışıyor ve bize elektrik üretiyordu. İstanbul'a döndüğümüzde o kargaşada tuvalette neler olduğunu anlayacaktık. Seyir sonrası marinada tuvalet yıkadık ve duş pompasının iyi çekmediğini gördük. Filtresi tıkanmıştır diye temizlemek için açtık. Metal filtre komple pembe renkli bir madde ile kaplı idi. Anlamak çok uzun sürmedi. Tuvalette güzel koku versin diye rafta bir kalıp kokulu sabun bulunduruyorduk. O kargaşada sabun yere düşüp lumbozdan giren deniz suyu tarafından eritilmiş ve krem kıvamında gelip filtreye bulaşıp bir kalın pembe katman oluşturmuş. Filtre bundan dolayı tıkanmışmış.
Neyse, dönelim son güne. Hızımız Marmara'ya çıkınca daha da düştü. artık 2 kt civarı bir hız yapıyorduk. Dev dalgalar zaman zaman yerimizde durmamıza bile sebep oluyordu. Bizde de sinirler gerilmişti, söylenip duruyorduk. Yelken açmanın hiç faydası yoktu, rüzgarı orsa alabilmek için rotanın çok dışına iyice açık denize çıkacaktık. Halbuki biz dönüş için Marmara Adası rotasını çizmemize rağmen havanın sert olması nedeniyle gerekirse sığınırız diye Trakya kıyısına çok yakın bir rota takip ediyorduk ve değiştirmeye de niyetimiz yoktu. Bu arada kıyıya da çok yaklaşamıyorduk çünkü haritada tehlikeli sığ sular işaret ediliyordu.
En sonunda kararımızı verdik: Şarköy'e sığınacak ve Cemal Kaptan'ı arayıp gelip tekneyi almasını söyleyecektik. Zira bizim Pazartesi iş başında olmamız gerekiyordu ve C.tesi akşamı neredeyse olmuştu. Bu havanın Pazar günü dinmesi pek olası görünmüyordu. Kaldı ki Şarköy-İstanbul bizim için neredeyse 24 saatlik bir yoldu.
Dalgalarla boğuşurken Cemal Kaptan'ı aradık. Pazar günü müsait olduğunu, gelip tekneyi alacağını söyledi. Rahatlamıştık. Ama önce Şarköy'e ulaşmak ve orada bağlanacak bir yer bulmak lazımdı. Şarköy'e doğru tırmanmaya devam ettik. Tekne artık denize tamamen teslim olmuştu ve neredeyse hiç yol alamıyorduk. Mecburen Cenova desteği alacak ve biraz rotadan çıkıp hıza gidecektik. İskele kontra rüzgara karşılık sancaktan cenovayı açtık. Dalgalar artık iskele baş omuzluktan geliyordu ve baş-kıç biraz azalmış daha çok yalpaya düşmüştük. Bu biraz daha bizi rahatlattı. Tremolalar atarak Şarköy açıklarına saat 18 gibi ulaştık. Barınağın içine girmek için yelkeni kapattık. Tam o sırada büyük bir dalga bizi salladı ve kötü bir kazadan son anda kurtuldum. Dalga tekneye vurduğunda dümendeydim ve iyi tutunmuyordum. Beni iskele tarafına, kıça doğru savurdu. Denize düşme tehlikesi yoktu ama o hızla iskele tarafındaki Cenova vincine göğsümü vurmama ramak kala sol elimle kıç ıstralyayı yakaladım. Eğer bu çarpışma olsaydı rahatlıkla kaburgam kırılabilirdi.
Daha sonra Bora Kaptan ile son günü değerlendirdiğimizde 3 yanlışımızı tespit ettik;

1- Böyle sert bir havada büyük tekneler bile limanda havanın dinmesini beklerken biz işe yetişeceğiz diye yola çıkmakla hata etmiştik.
2- Sert havalarda can yeleği takmak gerekli, biz bunu hiç yapmıyorduk,
3- Yine böyle yüksek dalgaların olduğu denizlerde seyir sırasında mutlaka emniyet halatına kendimizi bağlamamız gerekirdi.

Şarköy limanına güç-bela ulaşıp içeri girdik. Liman doluydu, girişin tam karşısında yelkenlilerin yanaştığı yerde balıkçı tekneleri ile bir yelkenli arasında tam bizim sığacağımız bir aralık vardı. Demir atıp kıçtan kara olduk. Balıkçı tekneleri aborda olduklarından herhangi bir çarpma ihtimaline karşı iskele tarafına usturmaça takviyesi yaptık.


Sonunda...Şarköy'de toprağı öptük :-))

İskeleden su hortumunu alıp üstümüzü çıkartmadan kafamızdan aşağı döküp "tuzdan adam" görünümümüzden kurtulduk. Biraz dinlenip gidip çay içtik ve durum değerlendirmesi yaptık. Tekrar Cemal Kaptan'ı aradık. Pazar öğlen yola çıkacağını söyledi, bizim ise sabahtan hareket edip otobüsle İstanbul oradan da marinaya gidip arabalarımızı almamız gerekliydi. Akşam limandaki lokantada rakı-balık yaptık ve yatıp uyuduk. Sabah tekneyi kilitleyip anahtarı Cemal Kaptan'a bildireceğimiz bir yere sakladık. Tekneyi Allah'a emanet ettik ve otobüsle İstanbul'a döndük. Cemal Kaptan akşam üzeri Şarköy'e gelmiş. O gece teknede kalmış. Ertesi gün yola çıkmış, hava hala sertmiş. Bir gece de Silivri'de kalmış. Salı akşamı marinaya neta olmuş.
Evet... Bir yaz daha böyle geçti, daha tecrübelendik, dersler aldık... Teknemizin motoru baz versiyonda verilen 18 HP'lik Volvo-Penta. Opsiyonel olana 29 HP'lik versiyon olsa belki biraz daha rahat ederdik ama yine de böyle sert havalarda sığınıp düzelmesini beklemek en iyisi olsa gerek.

17 Kasım 2013 Pazar

YENİ SERVİS AKÜSÜ

Dönüş macerasının son bölümünü yazmadan önce, akü problemi hakkında bilgi verelim. Daha önceki yazılarımızda da belirttiğimiz gibi, teknede elektrik modern hayatın en önemli gereksinimlerinden biri. Pek çok yaşam destek ünitesi elektriğe bağlı çalışıyor. Güvenlik tarafından baktığınızda seyir ışıklarından tutun da tekne telsizine, demir ırgatından navigasyon aletlerine, konfor tarafında buzdolabı, hidrofor ve aydınlatma donanımına, kısacası keyifli bir seyir yapmanın baş unsurlarından biri sağlıklı enerji.
BORAL'da bir tane servis aküsü olduğunu daha önceden de belirtmiştik. Bu boyutta bir tekne için zaten ikinci bir servis aküsü de çok gerekli değil. Bizim servis akümüz 135 AH'lik Mutlu marka bir ağır vasıta aküsüydü. Tekneyi 2010'da satın aldığımızda üzerindeydi. Geçen sene bakım yapmış suyunu ilave etmiş ve bir de ölçtürmüştük. Akünün yaşlandığı belli idi ama bizi idare ediyordu. Sonuçta günlük seyirlerimizde artık akü şarj tutmasa bile, dönüşte değiştirmek kolaydı. Ama uzun yolda ve hele sert hava koşullarında sıkıntı yaratacağı aklımıza gelmemişti.
En son Haziran ayında buşonları açıp su seviyesini kontrol etmiş ve saf su ilave etmiştik. Aslında yeni akü alma fikrimiz vardı, geçen sene motor aküsünü değişmiştik, servis aküsünü değişmek için ise "biraz daha idare etsin sonra yaparız" demekte idik. Ancak bizim aklımıza gelen en kötü durum senaryosu akünün artık şarj tutmaması idi. Aşağıdaki yazımızda anlattığımız gibi, ısınması, asit çıkartması ve belki de yangın çıkartma olasılığı hiç aklımıza gelmemişti. Böylece bunun da dersini almış olduk.
İstanbul'a döner dönmez hemen aküyü değiştirmek gerekiyordu. Zira tekneye elektrik bağlayıp gidemiyorduk, ya yine aküde sıkıntı olursa ve biz teknede yokken yangın falan çıkarsa diye endişeleniyorduk. Bu durumda sağlam ve yeni olan motor aküsü de şarj olamıyordu. İlk iş hemen yeni akü almaktı.
Bu konuda yeterince araştırma yaptığımızdan yine Mutlu Marine Akü almaya karar verdik. 135 Ah'lik eski aküyü 200 Ah'lik yeni Mutlu Marine modeli ile değişecektik. Tıpkı Motor aküsünde yaptığımız gibi.


Yeni servis aküsü

Eski aküyü iade edince yeni aküyü 570 TL'ye Kartal sanayi sitesindeki Mutlu ana dağıtıcısından aldık. Yaklaşık 65 kg ağırlığında ve eski akünün neredeyse 2 katı büyüklüğündeydi. Önceden akü ölçülerini aldığımız için iskele tarafındaki kanepenin altına sığacağını kontrol etmiştik. Ucu ucuna sığıyordu. Yeni aküyü yerine monte ettik. Bu akünün üzerinde resimde de göreceğiniz gibi, buşonlara bağlı bir hortum sistemi var. Çıkacak gaz bu hortum ile toplanıp bir havalandırma kanalı ile atılabiliyor. Bizde böyle bir havalandırma olmadığından sakınca yaratıp yaratmayacağını Mutlu Akü'ye mail atıp sorduk. Gelen cevap oldukça rahatlatıcı idi. Gelen cevabı aşağıda paylaşıyoruz;


Tüm akülerimiz kalsiyum alaşımlı olduğundan tam bakımsız tipte olup bakım gerektirmemektedir. Su miktarına bakmak isterseniz, belirttiğiniz gibi kapakta yer alan buşonları açarak seviyeyi kontrol edebilirsiniz. Tam bakımsız tanımı EN 50342-1 standardına göre düşük su kayıplı (<1g/Ah) aküleri ifade eder. Kullanım ömrü boyunca su ilavesi gerekmez.


135Ah servis akünüz yerine 200Ah sulu marin akümüzü kullanabilirsiniz. Hortumdan amaç aküde oluşacak gazlanmayı kapalı alanlardan tahliye etmek içindir. Normal kullanım sırasında çok gazlanma olmaz. Akü çok havasız bir yerde ise hortum çıkışını açık havaya veya en azından iyi havalandırmalı bir alana uzatabilirsiniz. Gazlanma olayı tüm sulu tip kurşun asit akülerde olduğu için marine yerine ağır hizmet kullanmanıza gerek yoktur.


Akü şarj olurken, özellikle de aşırı şarj durumlarında aküde suyun elektrolizine bağlı olarak oksijen ve hidrojen gazları oluşur. Hidrojen gazı yanıcı olduğu için kapalı alanlarda yüksek miktarda bulunduğunda tehlike oluşturmaktadır. Herhangi korozyona yol açmaz.


Biz de hortumun ucunu kanepenin altındaki delikten çıkartıp hava sirkülasyonu olan salona verdik. 200 Ah'lik akü ile %48'den fazla kapasite artışı sağlamış olduk. Aslında eski akünün düşük verimle çalıştığını düşünürsek bu artış belki de %100'den fazla idi. Marin aküler daha kalın plakalardan yapılıyor ve %55'e kadar yatmaya karşı sızdırmazlık garantili. Plakalarının daha kalın olduğunu ağırlığından anladık. Zira aynı markanın 225 Ah'lik ağır hizmet tipi aküleri de var. Bunların boyutları marin akü kadar ama ağırlıkları biraz daha az. Bu da kalın plaka kullanıldığını sanırım teyit ediyor. Sızdırmazlık konusunu ise tekne o kadar açı ile yatmadıkça sanırım anlayamayacağız.
İlk testte, 2 gün Yalova marinada elektrik almadan konakladığımızda başarı ile çalıştı ve buzdolabı, hidrofor ve iç aydınlatmayı destekledi. Eski akü ile ilk gecenin sabahında düşük akü gerilimi uyarısı alıyor idik. Şimdilik başarılı bir seçim yaptığımızı düşünüyoruz.

27 Ekim 2013 Pazar

BORAL EGE'DE-4

Cuma sabahı saat 6'da kalktık. Bozcaada mendireğine çıkıp Çanakkale'ye doğru baktık. Çok sert bir hava vardı. Biraz bekleyelim dedik ama havada değişiklik yoktu. Saat 8 gibi yola çıkmaya karar verdik. Mendirekten çıkar çıkmaz dalgalı ama nispeten yol alınabilir bir denizde gitmeye başladık. Yaklaşık 5 mil sonra hava sertledi. Bu sefer geçen yılki dönüşümüzden çıkarttığımız sonuçla boğaza girip Kuzey kıyısından tırmanacak ve yaklaşık Kilitbahir önlerinde Güney kıyıya geçecektik.
Ancak boğaza değil girmek yaklaşmak bile mümkün değildi. Saat 10 olmuştu ve biz daha boğaz girişine gelememiştik. hızımız yaklaşık 1,5-2 kt idi. Rüzgar açısı ters olduğundan yelken de işe yaramıyordu. Cenovayı açsak orsaya girebilmek için teknenin açığa dönmesi gerekiyordu. O zaman hız 4 kt'a çıkıyordu ama neredeyse kıyıya dik gittiğimizden bizi çok açığa atacaktı. Geri dönmek için harcayacağımız zaman bize çok yol kazandırmayacaktı. Bu şekilde çaresiz yol almaya çalışıyorduk. 
O sırada tuvalet ihtiyacı için içeri girdim, deniz dalgalı olduğundan tüm lumboz ve hatch'ler kapalıydı. sadece tuvaletin lumbozu açık ama kapısı kapalıydı. Bu camı motor soğusun diye de açık bırakıyorduk. Zaten tuvalet zemini ıslak yüzey olduğundan serpinti girse bile sıkıntı yoktu, pompa ile dışarı atıyorduk. Kamaraya girer girmez kötü bir koku hissettim. Önce sallantıdan tuvalet mi tıkandı/taştı diye düşündüm. Ama tuvalette sıkıntı yoktu, hafiften genzim de yanmaya başlamıştı. Belli ki bir şeyler oluyordu ama ne olduğunu anlayamadım. Birazdan Bora Kaptan da girdi ve girmesi ile çıkması bir oldu. İçeride durulacak gibi değildi. Hemen ben bir kere daha girdim ve genzim anında yanmaya başladı. Bu asit buharı idi. Korktuğumuz başımıza gelmiş ve seyahate çıkmadan önce kontrol etmemize rağmen servis yada motor aküsü problem çıkartmıştı. Motor aküsünü daha geçen yıl değiştiğimiz için direkt servise yöneldim. İskele kanepesinin üzerindeki tüm eşyaları kaldırıp oturağı açtım. Yüzüme bir asit buharı ve korkunç sıcak bir hava vurdu. Akü ateş gibiydi, el değmiyordu. Bu arada hem asit buharı hem de dalgaların sürekli sallayıp mide bulandırmasından ve sıcaktan içerde durulamıyordu.
Bir şeyler yapmalıydık zira böyle giderse akü patlayabilir ve yangın çıkartabilirdi. İlk aklıma gelen akünün bağlantılarını kapatmak oldu ve tam boğaz girişinde devre kesicileri kapattım. Bütün elektronikler ve buzdolabı vs. kapandı. Yedekli sistemler ile yola çıkmanın faydası bir kere daha ortaya çıktı. El GPS'i pilli idi, çalışmaya devam ediyordu. Ayrıca el telsizi de bağlantımızı kesmememize yardım etti. Otopilot, rüzgar ve derinlik göstergeleri, ana telsiz vs. hepsi kapandı. Bir halat ile kanepe oturağını açık duracak şekilde bağladım ki sıcaklık dağılsın diye. Kamaranın sadece girişi açık olduğundan çok etki edemiyordu çünkü hava sirküle edemiyordu ama olsun kar kardır dedim. Bu arada bütün bunları soluk almadan 1'er dk da yapıp dışarı çıkıp nefes alıp tekrar içeri giriyordum. Öğlen 14 gibi boğazın girişine geldik. Sık sık içeri girip aküyü kontrol ediyorduk. Ama hala çok sıcaktı ve daha da ısınıyor gibiydi. Birden aklıma geldi, devre kesiciler aküden çekilen akımı kesiyordu ama motor sürekli çalıştığından akü şarj olmaya devam ediyordu. Motordan gelen devreyi kesecek bir donanım yoktu. Tek çare kutup başlarını sökmekti. Bunu da motor çalışırken yapmak istemedim, açıkçası bir şey olur diye korktum.
Artık boğazdaydık. Yaklaşık 1 kt ile ilerleyebiliyorduk. Çanakkale kontrol kulesinin önlerindeydik. Baktık, kulenin bulunduğu yerde agent teknelerinin girip çıktığı küçük bir mendirek var. Önce kuleye anons geçip oraya sığınmayı düşündük. En azından aküyü serinletip ne yapacağımızı düşünürdük. Ama mendireğin girişinde sular çok hoşumuza gitmedi, hem çok daha dalgalı hem de sığ olabilirdi. Ayrıca mendireğin içindeki derinlik de agent teknelerine uygun ama bizim için sığ olabilirdi. Kuleyi biraz geçtik ama bir şeyler yapmalıydık, akü her an patlayabilirdi. Karar verdik, motoru bir süreliğine durduracaktık ve kutup başlarını açacaktık.
Hemen gerekli el aletlerini hazırladık. Ben içeri girip işe başlamaya hazırım dedim, Bora Kaptan motoru durdurdu. Hemen + kutbu açıp devreyi kestim. Çıkarttığım kutup başını da tehlike yaratmasın diye iyice izole ettim ve sabitledim. Yaklaşık 1 dk sürdü, dışarı çıktığımda akıntı bizi 4 mil geri atmıştı, inanamadık. 1 saate geldiğimiz mesafe yaklaşık 1 dk da geri verilmişti. Çare yoktu, motor aküsünün şalterini açıp marşa bastık, motor çalıştı ve yaklaşık 1 kt hız ile tekrar ilerlemeye çalıştık. Servis aküsünü tamamen devre dışı bıraktığımızdan hiç bir elektroniğimiz ve buzdolabı, hidrofor vs. çalışmıyordu. Neyse ki pilli GPS ve el telsizi aktifti.
Bu gidişle bizim boğazı geçmemiz mümkün değildi. Çanakkale limanına girmeye saat 18 gibi karar verdik. Telefon ile aradık, yer var dediler. Hava kararırken güç bela limana sığındık. Limanın içi neredeyse dışarısı gibiydi, inanılmaz soluğan alıyordu. Yüzen pontonlardan birinde genişçe bir yer vardı. Biz iskeleden aborda olmak için giriş yaptık, hava çok sert olduğu için hızlı girmek gerekiyordu, öyle de yaptık, tam uygun anda tornistana abandık, pontona çarpmaya 10 cm kala tekne durabildi ama görevliler baştan uzattığımız halatı hızlıca yakalayıp bağlayamadıkları için bir anda tekne döndü. Neyse ki etrafta yakın tekne yoktu, bu dönüşle iskele yerine sancaktan aborda olduk. Sözde liman içindeydik ama tekne yine de beşik gibi sallanıyordu. Rüzgar karadan geldiğinden tekneyi pontondan açıyordu yani pontona çarpma tehlikesi yoktu ama bir üçüncü halat ile kendimizi güvenceye aldık. Bunun ne kadar faydalı olduğunu ertesi sabah anlayacaktık. Ayrıca, iskeleden bir usturmaça söküp 4. usturmaça olarak sancak tarafa bağladık.
Biraz dinlenip duş yaptık. Teknenin içi dağılmıştı ama toplayacak ne halimiz nede yerimiz vardı. Akü soğumuştu. Teknede elektrik yoktu. Fener yardımı ile akünün kapaklarını açıp baktım. İçinde damla su kalmamıştı. Emektar akü yeni su koymama rağmen artık iflas etmişti. Saf su yoktu. 2 şişe 1,5 lt lik pet suyu boşalttım. Anca doldu. Biraz bekleyip kutup başlarımı taktım. Devre kesiciyi açtım. Emektar bize o akşam yetecek kadar elektrik üretmeye başarılı oldu.
Bozcaada'ya kadar yarım depo mazotla gelmiştik. Dönüşte, Bozcaada-Çanakkale arasında daha fazla yakmıştık. Yemek sonrası gidip boş mazot bidonunu bir benzinciden dolduralım dedik. Benzinci yat limanına epey uzakmış (yat limanında sanırım bir benzinci var ama o saatte kapalıydı). 25 lt'lik bidonu yüklendik, tekneye geri döndük ve yattık. Saatleri sabah 5'e kurduk. Ama macera daha bitmemişti.

5 Eylül 2013 Perşembe

BORAL EGE'DE-3

Nefis bir hava ve pırıl-pırıl bir Çarşamba günü, Ayvalık kanalından çıkarak masmavi Ege sularından kuzeye doğru tırmanışa başladık. Midilli'yi iskelede bırakıp geldiğimiz rotadan bu sefer otopilot ile ve sadece motor ile gidiyorduk. Rüzgar hiç yoktu ve deniz uyuyordu.

Babakale'ye doğru sütlaç gibi sular.

Herşey Babakale'yi kuzeye doğru dönünce değişti.Kabaran deniz ve tam Bozcaada istikametinden gelen rüzgar ile kabus başladı. Hız yer yer 2,5 kt'lara düşüyordu. Çaresiz bir süre ilerlemeye çalıştıktan sonra Kösedere açıklarında rüzgarı kullanabilmek için Kuzey batı'ya döndük ve Bozcaada'nın batı ucunu hedefleyip daha hızlı bir seyir yapmaya başladık. Böylece baş-kıç vurma da azaldı yerini daha sallantılı ama gürültüsüz bir seyire bıraktı. Bozcaada'nın kubbesine girip kıyı kyı doğuya dönüp limana yaklaşmayı hedefledik ama bu bile yeterli gelmedi. 22 dm'lik yolu nerdeyse 6 saatte alıp akşam üzeri Bozcaada'ya bu sefer baştan kara bağlandık. Böylece havuzluktan doğrudan denize de girebildik.

Bozcaada limanında.
Perşembe günü de Bozcaada'da kalıp dinlenip Cuma sabahı erkenden İstanbul'a doğru yola çıkmayı hem de havanın biraz sakinlemesini umuyorduk. Ama esas kabus Cuma sabahı başlayacaktı.

25 Ağustos 2013 Pazar

BORAL EGE'DE-2

Pırıl-pırıl bir Cumartesi sabahı saat 8'de Babakale'den demir aldık. Hava çok güzel. İstikamet Midilli'nin kuzeyinden Müslim geçidini geçerek Edremit körfezi açıklarından Ayvalık. Bilindiği gibi, Müslim geçidinin Midilli'ye biraz daha yakın tarafında su üstünden belli olmayan (Sadun Boro'nun kitabında belirttiği gibi) bir sığlık-kayalık var. Biz de mümkün oldukça Anadolu kıyılarına yakın bir rota çizdik. Deniz de sakin olduğundan yaklaşık 6 kt hız ile Ayvalık'a doğru ilerliyoruz. Bu Ayvalık'a BORAL ile ilk gelişimiz. Önceden dersimizi iyi çalıştık. Otopilot olmaması yüzünden önceden çizdiğimiz rotayı nöbetleşe dümen tutarak devam ettiriyoruz. Ayvalık girişnide 3 tane arka arkayaişaretli çakar kulesi var. Bunların arasından geçmek zorundasınız. Girişte bunlara gelmeden biraz önce de bir tane güney kardinali ve bir çakar daha var. Bazı yelkenliler ikisinin arasından geçmesine rağmen biz güvenemediğimizden güneyden geçtik.

Ayvalık girişindeki işaretler.

Gayet kolayca geçişi bitirip Ayvalık açıklarına ulaştık. Gece Cunda Adası'nda balıkçı barınağına bağlanmayı düşünüyorduk. Mehmet Kaptan'dan (EROS Teknesi) ilgili kişinin bilgilerini alıp aradık. Gündüz tur teknelerinin kullandığı bağlama yerine bizim akşam 7:30'dan sonra gelmemizi istedi. Önce bir anlam veremedik. Olay sonradan anlaşıldı. Ayvalık'ta yüzme ve eğlence turu yapan günlük bir çok tekne var. Bunlar epey büyük, bir tanesinde 680 kişilik olduğu yazıyor hatta. Teknenin büyüklüğünü siz düşünün. Saat 12:30 gibi Ayvalık girişindeyken bunlar çıkış yapıyorlardı. Görünüşleri ilgimizi çekmişti. Genellikle gövdesi çelik, üst kısmı haşaptan yapılmış, biraz eski çağ kalyonlarını andıran (!) karma karışık bir yapı. Esas bu teknelerin geldikleri yerde nasıl bir gürültü kirliliği yarattığını ertesi gün ve sonraki günlerde daha iyi anlayacaktık.

Ayvalık'ta günlük tur tekneleri.

Bağlanma vaktine daha zaman olduğundan Cennet Koyu denen girişten sonra sancak tarafına dönülüp yaklaşık yarım mil gidildikten sonra gelinen ikinci koya gittik. Yemyeşil bir su, belli ki altı kumluk ve sazlık. Ayvalık'ın çılgın rüzgarı burada da esiyor ama durulmayacak gibi değil. saat 14 gibi demir attık. Yüzme ve yemek molası. Keyifler yerinde. Saat 19'da demir alıp bağlanacağımız yere doğru (Cunda'da) ilerlemeye başladık. Telefon ile aradığımız ilgili kişi, Cunda Adası'nda restoranların bitim yerinde yer alan çay bahçesinin önüne gelmemizi istedi. Tonoz yok. Demir atacağız. Daha önce Mehmet Kaptan uyarmıştı. Barınağın tam ortasında dipte zincir varmış. Zaten korunaklı bir yer de olduğundan kıyıdan yaklaşık 25 m. ileriye demir atıp gayet güzel bir şekilde kıçtan kara olduk. Tam bir çay bahçesinin önündeyiz. Oturanlar 5 m. ilerimizde. Onlar bizi biz onları seyrediyoruz. Yanımızda bu kalyon (1) vari tur teknelerinden biri. Gezmeye getirdiği yolcularını alıp gitmeye hazırlanıyor. Cumartesi ve Bayramın son günü. Cunda'da iğne atsan yere düşmez.

 
 BORAL Cunda'da.

Yukardaki resimlerden kıyıdaki çay bahçesine yakınlığımız her halde anlaşılıyor. Burada belirtmeden geçemeyeceğiz; el yapımı pasarella çok işe yaradı. Ama küçük bir denge sorunu var. Daha doğrusu bize öyle geliyor. Dar olduğundan üzerine çıkıldığında ters dönecekmiş gibi algılanıyor. İstanbul'da döndüğümüzde karaya basan tarafa koyduğum tekerlekleri ek bir parça ile biraz açmak lazım. Neyse, akşam yemeği için bir lokanta bulalım dedik. Mümkün değil boş yer bulmak. 30 dk. kadar dolaşıp (insanlarla omuz-omuza sürüklenmek desek daha doğru) tekneye dönmeye karar verdik. Çay bahçesinde oturanlara karşı çilingiri kurduk. Neyseki bağlandığımız yerde su ve elektrik var. Sıkıntı yok, bir süre sonra herkes ortama alışıyor. Yeterince yorgunduk. Her ihtimal güvenlik için yatmadan kıç halatları biraz boşladık ve ırgatı çalıştırıp tekneyi açığa aldık. Artık kötü niyetli kişilerin tekneye çıkması çok kolay değil. Nitekim, gecenin geç saatlerinde sarhoş muhabbetleri ve bağırıp-çağırmalar arttı. İsabetli karar vermişiz.

Pazar günü kahvaltıyı Ayvalık tostu ile önünde bağlı olduğumuz çay bahçesinde yaptık. Buranın bir avantajı da hemen arkasında tuvalet var. Duşu zaten teknede yapıyoruz. Günlük elektrik-su dahil 75 TL alıyor kooperatif. Gazete faslından sonra saat 14'e kadar bulunduğumuz yerden ayrılmamız gerekiyor. Zira buraya tur tekneleri geliyormuş. Zaten biz de Ayvalık koylarını keşfetmeye gideceğiz. Ayrılmadan otopilot tamiri için Ahmet Usta'yı aradık. Çanakkale'deymiş. Pazartesi bakabileceğini söyledi. Biz de demir alıp yine geldiğimiz yerden körfezin dışına çıkıp yelken açtık kısa bir seyir ile Kara Ada'ya gittik. Demirimizi sakin ve adanın Ayvalık'a bakan korunaklı tarafına atıp keyif sürmeye başladık. Bilemedik ki bu keyif uzun sürmeyecek ve tur tekneleri avaz-avaz çalan bir müzik eşliğinde biri gelecek-biri gidecek. Sayelerinde bizim için bu yazın şarkısı "Angara'nın Bağları" oldu.

BORAL'ın pruvasında Kara Ada ve masmavi Ege suları.
 
Bunları saymazsak son derece keyifli bir gün geçirip akşam üzeri rüzgar artmaya başlayınca geri dönmeye başladık. Rüzgar çok uygundu. Cenova'yı açıp geniş apaz seyri ile neredeyse içeri kadar girecektik. Güney kardinal şamandırsının önünde yelkeni kapatıp motor seyrine geçtik.Yerimize bağlandık. Akşam Süper Kupa finalini seyrederek yemek yedik. Bayram bittiği için Ayvalık da boşalmıştı. Rahat yer bulduk. Gece yine tekneyi açıp yattık. Sabah ilk işimiz kahvaltıdan sonra Ahmet Usta'yı aramak oldu. Saat 15 için Setur Marina'da Opet iskelesinde sözleştik. Zaman az olduğundan Cennet koyuna gidip saat 14:30'a kadar yüzdük ve saat 15'de Setur Ayvalık Marina'nın girişine geldik. Telsizden (73. kanalı kullanıyorlar) giriş izni istedik. Sağolsunlar çok ilgilendiler. Opet iskelesine yanaştık. Gelmişken mazot da alalım dedik.
 
Ayvalık Setur Marina Yakıt iskelesinde ustaları beklerken.
 
Setur Marina'ya da ilk kez geliyoruz. Gelmişken bir gece kalalım dedik. Ertesi akşam için yer ayırttık. Bizim kayıtlarımız Yalova Setur Marina'ya sık gittiğimiz için orada var. Bize Yalova'da "sistemlerin merkezi olduğunu ve bir daha evrak vermeyeceğimizi" söylemişlerdi. Ama Ayvalık Setur'un bundan haberi yok (!). Neyse, bağlandığımız yerde 1 saate kadar ücretsiz kalabiliyoruz. Sonra her saat 15 € imiş. İşimiz kısa sürerse ne ala dedik. Vee ustalar geldi. Kısa bir uğraştan sonra motoru söktük. Manzara pek hoş değildi. Brakete motoru bağlayan meğer 4 vida varmış ve hepsi de yerinden çıkmış yada kırılmış. Ayrıca yataklarını da bozmuşlar. Usta, motoru ve braketi komple götürüp yeni diş açacağını söyledi. Biz de Marina'daki cafeye gidip yemek yedik.
 
Tamirat zamanı.
 
Yaklaşık 2 saat sonra geldiler. Sistemi yerine takıp denedik. Mükemmel olmuştu. Ücret olarak bize 250 TL'ye mal oldu ama değerdi. Marina'dan ayrılıp körfezde deneme seferi yaptık ve sırayla duşumuzu alıp saatin 19:30 olmasını bekledik ve Cunda'ya geri döndük. Bu sefer klasik bir Cunda meyhanesine gidip akşam yemeğimizi yedik.  

Ayvalık'ta son günümüzde (Salı) hava daha sert, Cunda'dan teşekkür edip ayrılıp yine kanaldan geçip dışarı çıktık. Kara Ada'ya gidecektik ama hava sert, önceki durduğumuz yer biraz dalgalı, biz de geri dönüp çıkışın hemen ilerisinde sağda kuytu bir yer gördük. Bir-iki motelin de önü sayılır. Moteller ve duran tekneler olduğuna göre belki tur tekneleri buraya gelmez dedik. Ama akıntı çok kuvvetli. Demir 2 defa taradı. Sonunda 10-12m suya yaklaşık 50m zincir serip düzgün durabildik. Su bu bölgede çok soğuk. Kara Ada gibi değil. Bütün gün yüzüp kitap okuduk.

Dönüş zamanı yine cenova ile girişe kadar geldik sonra motor ve yine körfeze girince cenova açtık. Setur'un girişine yakın anons ettik. Önceden tonozlu bir yer olsun dememize rağmen bizi tam bir kafenin önüne aborda ettiler. Neyseki yerimiz güzel. Günlük 110 TL aldılar. Ayrıca evrakların kopyalarını tekrar çıkarttılar. Demek ki on-line bir merkezi sistemleri yokmuş..! Duş ve tekne temizliği faslından sonra. Havuzlukta bir şeyler atıştırıp yattık.

BORAL Ayvalık Setur Marina'da.

Sabah saat 8'de Ayvalığa veda edip Bozcaada'ya doğru dönüşe geçtik.

20 Ağustos 2013 Salı

BORAL EGE'DE-1

2013 Yılının uzun menzilli gezisi, 7 Ağustos Çarşamba saat 15'de Pendik'ten başladı. Öncesinde hazırlık dönemi yine bir telaş ile yaşandı. Bot şişirilip itina ile güverteye yüklendi. Geçtiğimiz senelerde, ters çevrili bot, yelken halatlarına oturuyor ve kullanımda zorluk yaşatıyordu. Basit bir aparat ile botun kıç tarafını 10cm kadar yükselttik ve sorun çözüldü. Bu çözümü, fotoğraflar ile ayrıca anlatacağız.
Uzun seyahatler için hazırladığımız ev yapımı pasarella, iskele tarafındaki puntellere bağlandı. Balon gönderi, güverteden kaldırılıp öndeki yerine dik olarak takıldı ve iyice bağlandı. Nasıl olsa balonumuz olmadığından uzun süre orada kalacak gibi...
Yiyecek-içecek tedariği yapıldı ve Ayvalık rotası GPS'e girildi. Bu sefer ilave bir elektrikli portatif buzluk aldık (Metro'dan 110TL). Meyve ve sebzeyi alabildiği kadarıyla ona doldurduk ki buzdolabında diğer yiyeceklere yer açılsın diye. Ecza dolabı gözden geçirildi, tarihi dolmuş ilaçlar yenileri ile değiştirildi. Mazot ikmali yapıldı. Yine 2x25 lt yedek mazot ambara istiflendi. Kısacası, pervane dönmeye başladığında herşey yolunda ve eksiksiz olarak sefer başladı.
Yine kısa yoldan ve bu sefer hiç durmadan 24 saatte Bozcaada'da olmak hedeflendi. Adaları geçer geçmez yine poyrazın kaldırdığı dalgalar bizi sörfletmeye başladı. Geçen senelerden biliyorduk, özellikle bir süre denizde olmayınca alışkanlıklar kaybolduğundan teknenin bu dalgalar ile yaptığı salınım hareketi mideleri çok kötü etkiliyor. Yapacak bir şey yok, ortalama 8 nt'ları bulan bir hızla Çanakkale Boğazı'na doğru rotayı tutmaya devam ettik. Marmara adasının kuzeyinden geçip Çanakkale boğazına doğru devam ettik. Ertesi gün, boğaz geçişi yaparak Ege'ye açıldık. Tabii yine Şehitlerimizi selamladık. Bu sefer daha hazırlıklıydık ve fonda marşlar çalarak ritüelimizi yaptık.

 
 Vee, tam planladığımız gibi saat 16 gibi Bozcaada'ya kıçtan kara olup karaya ayak bastık.  Sağ olsun Bozcaada'da Şerif Ali yine çok yardımcı oldu. Bozcaada belediyesi bu sene bağlama ücretini günlük elektrik ve su dahil 70 TL yapmış. Yanlış hatırlamıyorsam geçen sene 50 TL idi. Biraz fazla bir artış. Ama ne yazık ki bu cıvarda en konforlu ve sığınılacak yer burası. Çaresiz herkes veriyor.
Buranın 2 şeye ihtiyacı var; Mendireğin eskiden fırtınada yıkılan yerinin uzatılıp limanın genişletilmesi, daha çok yatçıyı buraya çekecektir. İkinci olarak da limana modern bir duş-tuvalet yapılması. Paralı olmasına kimse itiraz etmez ama olmadığı için ne yazık ki duşumuzu da teknede alıyoruz. Neyse ki su sıkıntısı yok. Daha önceki yazılarımızda bahsettiğimiz "ev yapımı pasarella" burada çok işe yaradı. Ama biraz geliştirilmesi gerektiği ortaya çıktı. Eni çok geniş olmadığından üzerine basıldığında denge sıkıntısı yaşanacakmış hissiyle tedirgin oluyoruz. Karaya basan tarafta gövdeye bağlı tekerlekleri dengeyi daha iyi sağlaması için biraz dışarı almak lazım. Dönüşte bunu halledeceğiz.
İlk günümüz ve gecemiz Bozcaada'da geçti. Bu sefer zaman kaybetmemek için Cuma sabahı erkenden Babakale'ye doğru yola çıktık. Çıkmadan yakıt ve suyu doldurduk.
Bu BORAL'ın Bozcaada çizgisini ilk geçip daha güneye doğru gittiği ilk yolculuğu olacaktı. Yaklaşık 22 dm. 
Hava yine rüzgarlı ama arkadan gelen poyraz bize hız katıyordu. Tavaklı hizasını geçtiğimizde otopilot'tan garip bir ses gelmeye başlatı. Pilot dümeni çevirdikçe sanki bir çekiç ile dümen dolabına vuruluyordu. Hemen dümen dolabının yanındaki pencereyi açıp içeri baktık. Otopilotun motoru bir sağa bir sola dönmeye çalışıp plastiğe çarpıyordu.
3 yıldır teknede elimizi sürmediğimiz 2 yer vardı. Birincisi ırgat diğeri de otopilot sistemi. Belliki otopilotta bir aksaklık vardı. Kapattık ve Babakale'ye dümen tutarak girdik. Yaklaşık 3,5-4 saat sürdü.

Babakale'nin meşhur kalesi.

Babakale bilindiği gibi Türkiye'nin ana karada batıdaki en uç noktası. Bir süre önce Babakale'ye yeni bir liman yapıldı. Burayı yapıldıktan sonra hiç görmemiştik. Mendirek ağzı güneye bakıyor, iç-içe geçmiş (birbirine ters kapanmış yarım ay şeklinde) iki mendirek var. Konuştuğumuz balıkçılar lodos'ta büyük mendireğin (ağzı güneye bakan) iç kısmında lodos havalarda balıkçı teknelerinin bile zor durduğunu söylediler. Daha küçük olan ikinci mendirek, birincinin içinde ve ağzı kuzeye bakıyor. Tabi ki bunun içi tam korunaklı ama ne yazık ki dolu. Gelmeden aradığımız kooperatif başkanı Şakir Bey (0544-2029426), bize yer olduğunu gelebileceğimizi söyledi. Büyük mendireğin Kuzey tarafında demir atıp kıçtan kara olduk. Babakale'de bağlanma günlük 20 TL. Bunu da kooperatif alıyor. Bu kooperatifler bu işten ne kadar kazanıyor merak ediyorum?.

Babakale mendireğinin giriş ağzı.
 
Babakale mendireği ve limanı
 
Boral Babakale'de
 
Hava kuzeyli olduğundan bir sorun yoktu. Demir için biraz fazla kaloma bırakınca tekne yerine adeta çakıldı. Babakale'nin limanında elektrik henüz yok. Su da yok ama bir çeşme var. Fakat bayramda köyün pompası arıza yapmış sular kesikti. Su ihtiyacımız yok ama elektrik olmazsa akü sabaha kadar dayanmaz ve yiyecekler bozulabilir. İş güneş paneline düştü. Portatif paneli açık kızgın Ege güneşi altına koyduk. Saat 14 gibiydi. Ürettiği elektrik aküyü sabaha kadar canlı tuttu ve bize yetti. Limanda bağlandığımız yerde pırıl pırıl bir deniz var. Güzelce yüzdük.



Tepedeki lokantalardan birinde öğlen yemeğini yedik. Muhteşem Ahtapot Izgara'yı tavsiye ederiz. Biraz dinlendikten sonra "bu sefer ne oldu?" diye otopilot'a yöneldik. Kısa bir araştırma ile sorun anlaşıldı. Otopilot'un motoru sabit durması için bir vida ile yere sabitlenmiş bir brakete bağlı. Bu vida yerinden ya çıkmış yada kırılmış. Dolayısıyla motor sağa sola döndükçe yüksek torkun etkisi ile gövdesi de dönüyor ve dümen dolabının yan duvarlarına çarpıyor. Ama vidaya ulaşıp sıkmak imkansız zira zincire bağılı dişli ulaşımı engelliyor. Çaresiz Ayvalık'ta tedavi ettiririz diye bıraktık. Manuel kumanda zincirine otopilotun gevşeyen zinciri değmesin diye tedbir de aldık. Akşamı gayet sakin geçirdik. Sabah demir alıp Ayvalık'a doğru rotamızı otopilotsuz olarak çevirdik.

8 Haziran 2013 Cumartesi

İKİ YIL SONRA TEKRAR KARADAYIZ...

Aradan 2 yıl geçti ve tekrar karaya çıkma vakti geldi. Tekne aynen 2 yıl önceki gibi oldu. 2400 rpm'de hızı düz suda 4,2 kt'lara düştü, yelken performansı kötüleşti, su kesiminde gözle görünen adeta bir orman ve midye tarlası oluştu. Bu sefer tekneyi Yalova-Setur marinada karaya alacaktık. 18 Mayıs sabahı saat 8'de yola çıktık. Bu kısma geçmeden önce meşhur "beyaz duman" hastalığı her 2-3 haftada bir nüksetti. Biz de yöntemini bildiğimizden habire filtreyi açıp ya üfledik yada tazyikli su ile "idare edecek kadar" temizlik yaptık. Yalova-Setur marinada tekne lifte çıkınca sorunun ana kaynağı anlaşıldı. Birazdan fotoğraflar ile anlatacağız.
Ama daha önce Yalova'ya giderken yaşadığımız pek de hoş olmayan tecrübeyi aktaralım. Hava çok güzeldi ve denizde en ufak bir dalga yoktu. Hafif duman tüttüre tüttüre Yalova'ya doğru yaklaşık 4 kt ile gidiyorduk. Tam yolun ortasında bir Ro-Ro gemisi iskelemizden sancağa doğru geçip gitti. Düz denizde dalgasının bize doğru geldiğini gördük ama dalga büyüklüğünü kestiremedik. Hava sıcak olduğundan ön hatch de açıktı. Dalga ile aramızdaki mesafe yaklaşık 20m'ye düşene kadar biz kelimenin tam anlamı ile gaflet içindeydik ve uyandığımızda artık çok geçti. Tekne burundan dalgaya girdi ve ön hatch'den içeri olduğu gibi su doldu. Ön kamarada yataklar vs battı, yerde yaklaşık 5cm su vardı. Söylene söylene bir de temizlik yaptık yolda. Bu bize ders oldu, hava nasıl olursa olsun ön hatch'i daima kapalı tutmak lazım dedik kendi kendimize.
Yalova'da lifte alındık ve denizden karina ve salma tam çıktığında bir anda "yolda pervane mi düştü acaba?" diyecek kadar kötü bir manzara ile karşılaştık. S-drive ve pervane neredeyse hiç görünmüyordu.




İlk karaya çıktığımız 2 yıl önceki duruma göre çok daha iyi idik ama S-drive üzerindeki deniz suyu emme delikleri tamamen tıkanmıştı. Beyaz dumanın sık-sık oluşmasının nedeni çok açıktı.1 haftalık zamanda sağolsun Cemal Kaptan tekneyi pırıl pırıl yaptı. Bu sefer zehirli markasını değiştirdik. Petite isimli bir marka kullandık, eskisi International idi. Cemal Kaptan çok tavsiye etti. Hatta geçen yıl Mehmet Kaptan-EROS teknesi de aynı markayı kullanmıştı. Geçen sefer S-drive ve pervaneye zehirli vurdurmamıştık. Bu sefer Cemal Kaptan özel kuyruk zehirlisi vurdu. Pervanenin arkasındaki tutya sağlamdı değiştirmedik, salmadaki tutya epey erimişti, yenilendi. Altında yapılacak çok birşey yoktu. Gövde polisaj yapıldı,bir de her seferinde temizleyip taktığımız ve 2 haftada çalışmaz hale gelip bizi sinir eden hız göstergesinin pervanesini tamamen söküp yerine kör tapa taktık. Kuyruk üzerindeki su emme delikleri iyice temizlendi. Ve aşağıdaki halde denize kavuştuk.



Marina çıkışındaki OPET'den yakıt takviyesi de yaptık ve havanın güzel rüzgarın bol olmasını fırsat bilerek önce motoru sonra yelken performansını denedik. 2400 rpm'de 6,3 kt'ları ve 13 kt rüzgarda 7 kt'ı gördük. İşlem tamamdı...

23 Mart 2013 Cumartesi

BEYAZ DUMAN SORUNU..!

Bozcaada dönüşü, Marmara Adası'nı geçtikten sonra, egzostan gelen duman artmıştı. Beyaz renkli duman İstanbul'a kadar devam etti. Önce, Şarköy'den aldığımız yakıtın kalitesiz ve sulu olduğunu sandık. Geçen sene benzer durum Marmara Adası'ndan aldığımız yakıtı depoya koyunca da olmuş ama bir süre sonra yanıp bitince düzelmişti. Ama bu sefer düzelmedi. İlgi odağımız hep yakıt kalitesi üzerinde olduğundan adım-adım bildiğimiz ve öğrendiğimiz yöntemleri uyguladık. Önce yakıt içindeki suyu absorblayan katkılardan bir şişeyi dolu depoya döktük. Fayda etmedi.Bu arada kış iyice geldi, havalar soğudu ve biz denize çıkıp marina ağzına yaklaştığımızda adeta bir lokomotif gibi gitmeye başladık.


Egzostan çıkan beyaz duman

Hatta bizi gören arkadaşlar daha kötü bir durum olduğunu sanıp aramaya ve sorun olup olmadığını sormaya başladılar. Sezon kış olduğundan acele etmeden sorunun kaynağını aramaya devam ettik. Sevgili Cemal Kaptan, gerekli malzemeleri temin etti ve bir haftasonu su separatörünü, mazot filtresini değiştirdik. Zaten motorun bakımı da gelmişti. Bahane ile yağ ve yağ filtresini de değiştik.

Herşey bitti ve tekrar denize test için çıktık. Yine liman ağzına gelir gelmez duman başladı. Artık iyice umutsuzluğa kapıldık ve yol Volvo servisine doğru gitmeye başladı. O sırada Cemal Kaptan, egzostan gelen soğutma suyunu kontrol etmek için teknenin dışına sarkıp elini suya değdirdi. O zamana kadar egzostan gelen suda bir sıkıntı dikkati çekmemişti. Soğutma suyunun miktarı bize normal gelmişti. Daha yeni motor çalışmaya başlamasına ve mevsimin de soğuk bir şubat günü olmasına rağmen Cemal Kaptan suyun çok sıcak olduğunu, dumanın ise mazot kokmadığını söyledi. Bir adım daha çözüme yaklaşmıştık. Geri dönüp motorun üzerindeki ısı değiştirme eşanjörünü kontrol ettik. Motor çok az çalışmasına rağmen çok ısınmıştı. Sanki soğutma suyu az geliyordu. Aşağıdaki resimde görünen tuzlu su filtresinin denizden gelen ve motora giden hortumlarını söktük.


Tuzlu su filtresinin altındaki bağlantılar

Kuvvetlice nefesimiz yettiği kadar üfledik. Bir kaç defa tekrarladık. Sonra yeniden takıp motoru çalıştırdık. İskeleden baktığımızda soğutma suyunda bariz bir artış vardı. Hemen deneme yapmak için açıldık. Duman çok çok azalmıştı.

Teorimiz şu: Bozcaada dönüşü yazımızda anlattığımız baştan gelen kuvvetli denizin tekneyi baş-kıç vurması nasıl kekamoz bağlayan hız göstergesini temizleyip çalışmasına sebep olduysa, kuyruk içindeki pislikleri de yerinden söküp emme kanalının küçülmesine neden oldu. Yetersiz soğutma suyu motorun çok hararet yapmasını ve alarm vermesini önledi ama çok ısınan egzostan geçerken hızla buharlaştı. Duman da aslında su buharı idi. Böylece bir tecrübe daha edindik. Tekneyi bu yıl karaya aldığımızda hem emme tarafını hem de motor bloğunun içinden geçen soğutma kanallarını bakım kitabında önerildiği gibi temizleyeceğiz. Umarız bundan sonra sıkıntı olmaz.

6 Ocak 2013 Pazar

BUZDOLABI MI BUZ MAKİNESİ Mİ?

Çeşitli forumlarda rastladığımız veya dostlarla aramızda tartışırken konu olan başlıktaki sorunun cevabı elbette herkese göre değişir. Biz bu soruya cevap vermek yerine kendi yaptıklarımızı özetleyelim istedik. Aslında "invertör" ile ilgili yazımızda elektrik düzeneğimizi nasıl kurduğumuzu ve bundan nasıl yararlandığımızı anlatmıştık. Gelen yorum ve sorulardan da epey ilgi gördüğünü anladık. İlk olarak söylemek istediğimiz şey; eğer kapasiteler iyi hesaplanır, cihazlar kaliteli olur, montaj da iyi yapılırsa teknede 220V elektrik bulunması hem imkansız değildir hem de gayet çok işe yarar. Dolayısıyla, tekneye ihtiyacınız olan gücün en az %20-30 fazlası kapasitede bir invertör takmaktan kaçınmanız için bir neden yoktur.
Önceki yazımızda da belirttiğimiz gibi motor seyrinde zaten alternatör ciddi bir elektrik üretimi yapmaktadır. Bunu kullanmak yerine LPG yakmak kaynak ısrafıdır. Bu sene Bozcaada'ya giderken sürekli motor çalıştığı için hep elektrik ürettik, buz makinesi hep çalıştı. Oradan aldığımız buzları bir portatif buzluk içine yerleştirdiğimiz içecekleri soğuk tutmada kullandık. Böylece buzdolabı içinde en çok yer kaplayan içecek grubu dışarı çıkmış oldu. Boşalan yere daha fazla yiyecek koyup bozulmadan saklayabildik. Hem de içeceklerimize atacak buzumuz hep oldu. Bu nedenle teknede buz makinesinin çok kullanışlı olduğu kanaatindeyiz. Ayrıca, eskiden ecza dolabında kaza anında soğuk kompres yapmak için tek kullanımlık bir kimyasal soğutucu poşet taşıyorduk. Soğuk kompres gerektiğinde poşetin içindeki sıvıları karıştırıp kullanıyorsunuz. Ama hem kısa süreli oluyor hem de bir süre sonra işlevini kaybediyor. Buzumuz olduğu için artık bu ekipmanı da kullanmıyoruz. Poşete buz koyup darbe alan yere uyguluyoruz.
Bu sene yine seyahatlerde kullanmak için bir tane tek gözlü elektrik ocağı (1000W cıvarı) ve bir tane de küçük elektrikli tost makinesi (700W) alacağız. Böylece yolda ürettiğimiz elektrik LPG kullanmadan pişirmemize de yarayacak. Güçler düşük olduğundan biraz uzun sürebilir ama zaten uzun yolda 3-5 defa anca kullanılacağı için çok önemli değil.
Aman dikkat: Tedbiri elden bırakmayalım, elektrik teknede yangınların çıkmasının en önemli nedenidir. Sigorta kullanmadan asla bağlantı yapmayalım. Kablo kesiti, uzunluğu vb. parametrelere dikkat edelim. İnvertör ve bağlanacak ekipmanın güçlerini iyi hesaplayalım. 600W'lık invertör'e 1000W'lık cihaz bağlamayalım (gerçi aşırı akım koruması vardır ama yinede ne olur-ne olmaz..!), bir de mutlaka uyanık olalım, akünün durumu, kabloların aşırı ısınması veya ses-koku gibi faktörleri hep gözleyelim.
Bu konuda sorusu olan veya fikir almaya ihtiyaç duyanlar bizimle temasa geçebilir.