Öğlen gibi artık Bolayır açıklarına gelmek üzereydik, yani boğaz çıkışına yaklaşmıştık ki hava giderek sertleşti. Dalga yüksekliği 1,5-2 metreyi buluyor bu da teknenin baş-kıç vurmasına yol açıyordu. Denizde bizden başka küçük tekne yoktu. Büyük gemiler hiç zorlanmadan yanımızdan geçip giderken biz de adeta küçük bir sandal gibi debelenip duruyorduk. Saat 15 gibi rüzgar arttı, artık 30 kt'ı görüyorduk. Dalga yüksekliği neredeyse 3 m. olmuştu ve teknenin burnundan aşıp her seferinde bizi yıkıyordu.
Seyir sırasında tuvalet lumbozunu açık bıraktığımızı daha önce belirtmiştik. Buradan içeri su da girse ıslak zemin olduğundan bir sakınca yaratmıyor ama motorun daha serin kalmasına faydalı oluyordu. Bir ara tuvalete gitmek için içeri girdiğimde kapıyı açar açmaz neredeyse bileğime kadar suyun yükseldiğini fark ettim. Duş pompasını çalıştırıp suyu dışarı attık. Neyse ki emektar akü içine koyduğumuz içme suyuna rağmen çalışıyor ve bize elektrik üretiyordu. İstanbul'a döndüğümüzde o kargaşada tuvalette neler olduğunu anlayacaktık. Seyir sonrası marinada tuvalet yıkadık ve duş pompasının iyi çekmediğini gördük. Filtresi tıkanmıştır diye temizlemek için açtık. Metal filtre komple pembe renkli bir madde ile kaplı idi. Anlamak çok uzun sürmedi. Tuvalette güzel koku versin diye rafta bir kalıp kokulu sabun bulunduruyorduk. O kargaşada sabun yere düşüp lumbozdan giren deniz suyu tarafından eritilmiş ve krem kıvamında gelip filtreye bulaşıp bir kalın pembe katman oluşturmuş. Filtre bundan dolayı tıkanmışmış.
Neyse, dönelim son güne. Hızımız Marmara'ya çıkınca daha da düştü. artık 2 kt civarı bir hız yapıyorduk. Dev dalgalar zaman zaman yerimizde durmamıza bile sebep oluyordu. Bizde de sinirler gerilmişti, söylenip duruyorduk. Yelken açmanın hiç faydası yoktu, rüzgarı orsa alabilmek için rotanın çok dışına iyice açık denize çıkacaktık. Halbuki biz dönüş için Marmara Adası rotasını çizmemize rağmen havanın sert olması nedeniyle gerekirse sığınırız diye Trakya kıyısına çok yakın bir rota takip ediyorduk ve değiştirmeye de niyetimiz yoktu. Bu arada kıyıya da çok yaklaşamıyorduk çünkü haritada tehlikeli sığ sular işaret ediliyordu.
En sonunda kararımızı verdik: Şarköy'e sığınacak ve Cemal Kaptan'ı arayıp gelip tekneyi almasını söyleyecektik. Zira bizim Pazartesi iş başında olmamız gerekiyordu ve C.tesi akşamı neredeyse olmuştu. Bu havanın Pazar günü dinmesi pek olası görünmüyordu. Kaldı ki Şarköy-İstanbul bizim için neredeyse 24 saatlik bir yoldu.
Dalgalarla boğuşurken Cemal Kaptan'ı aradık. Pazar günü müsait olduğunu, gelip tekneyi alacağını söyledi. Rahatlamıştık. Ama önce Şarköy'e ulaşmak ve orada bağlanacak bir yer bulmak lazımdı. Şarköy'e doğru tırmanmaya devam ettik. Tekne artık denize tamamen teslim olmuştu ve neredeyse hiç yol alamıyorduk. Mecburen Cenova desteği alacak ve biraz rotadan çıkıp hıza gidecektik. İskele kontra rüzgara karşılık sancaktan cenovayı açtık. Dalgalar artık iskele baş omuzluktan geliyordu ve baş-kıç biraz azalmış daha çok yalpaya düşmüştük. Bu biraz daha bizi rahatlattı. Tremolalar atarak Şarköy açıklarına saat 18 gibi ulaştık. Barınağın içine girmek için yelkeni kapattık. Tam o sırada büyük bir dalga bizi salladı ve kötü bir kazadan son anda kurtuldum. Dalga tekneye vurduğunda dümendeydim ve iyi tutunmuyordum. Beni iskele tarafına, kıça doğru savurdu. Denize düşme tehlikesi yoktu ama o hızla iskele tarafındaki Cenova vincine göğsümü vurmama ramak kala sol elimle kıç ıstralyayı yakaladım. Eğer bu çarpışma olsaydı rahatlıkla kaburgam kırılabilirdi.
Daha sonra Bora Kaptan ile son günü değerlendirdiğimizde 3 yanlışımızı tespit ettik;
1- Böyle sert bir havada büyük tekneler bile limanda havanın dinmesini beklerken biz işe yetişeceğiz diye yola çıkmakla hata etmiştik.
2- Sert havalarda can yeleği takmak gerekli, biz bunu hiç yapmıyorduk,
3- Yine böyle yüksek dalgaların olduğu denizlerde seyir sırasında mutlaka emniyet halatına kendimizi bağlamamız gerekirdi.
Şarköy limanına güç-bela ulaşıp içeri girdik. Liman doluydu, girişin tam karşısında yelkenlilerin yanaştığı yerde balıkçı tekneleri ile bir yelkenli arasında tam bizim sığacağımız bir aralık vardı. Demir atıp kıçtan kara olduk. Balıkçı tekneleri aborda olduklarından herhangi bir çarpma ihtimaline karşı iskele tarafına usturmaça takviyesi yaptık.
Sonunda...Şarköy'de toprağı öptük :-))
İskeleden su hortumunu alıp üstümüzü çıkartmadan kafamızdan aşağı döküp "tuzdan adam" görünümümüzden kurtulduk. Biraz dinlenip gidip çay içtik ve durum değerlendirmesi yaptık. Tekrar Cemal Kaptan'ı aradık. Pazar öğlen yola çıkacağını söyledi, bizim ise sabahtan hareket edip otobüsle İstanbul oradan da marinaya gidip arabalarımızı almamız gerekliydi. Akşam limandaki lokantada rakı-balık yaptık ve yatıp uyuduk. Sabah tekneyi kilitleyip anahtarı Cemal Kaptan'a bildireceğimiz bir yere sakladık. Tekneyi Allah'a emanet ettik ve otobüsle İstanbul'a döndük. Cemal Kaptan akşam üzeri Şarköy'e gelmiş. O gece teknede kalmış. Ertesi gün yola çıkmış, hava hala sertmiş. Bir gece de Silivri'de kalmış. Salı akşamı marinaya neta olmuş.
Evet... Bir yaz daha böyle geçti, daha tecrübelendik, dersler aldık... Teknemizin motoru baz versiyonda verilen 18 HP'lik Volvo-Penta. Opsiyonel olana 29 HP'lik versiyon olsa belki biraz daha rahat ederdik ama yine de böyle sert havalarda sığınıp düzelmesini beklemek en iyisi olsa gerek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder